31 Ekim 2010 Pazar

Beklerken...

Bu günler bekleme günleri...
Fuat'ın kurtulmasını bekliyorum en çok. Diğer önemsiz beklemeler için gerekli azıcık gücü bile tüketen bu bekleyiş sanırım. En azından kurtulması yolunda bir adım atılmasını, tünelin ucunda bir ışığın görünmesini. Şirketin para bulup bulmayacağının belli olacağı günü, Fuat'ın beni arayacağı günü (geçenlerde gözümü karartım ben aradım, korsan amca sorry daha dün konuştun dedi izin vermedi. Bir Somalili korsan tarafından sorry denmiş bir kişiyim ben )

Erol yine gitti. Onun dönmesini bekliyorum. Tek başıma çok zorlanıyorum. Çok.

Poyraz nezle oldu. O iyileşsin diye bekliyorum. (hasta olunca çekilmez olan tek çocuk Poyraz mı?)

Evimize taşınmayı bekliyorum. Çok bunaldık bu etrafı hep gökdelenlerle çevrili otelden. Evimize taşınmak, bunalınca bahçeye çıkıvermek, o da kesmezse parka gidivermek... Poyraz'ın adam gibi bir yatakta yatması.Yerleşik olmak.

Bir yardımcı bulmayı bekliyorum. 2 kere buldum, onların başlamasını beklerken ikisinde de pürüz çıktı (pürüz dediğim resmen sattılar beni, Filipinlerin havasına parasına kızına güven olmazmış!!)

Poyraz'ın yürümeye başlayacak cesareti bulmasını bekliyorum. Biraz daha bağımsız olmasını. Tek elle iş yapma uzmanı oldum. Her an ya kucağımda ya elimden tutmuş kendi hayatını yaşıyor. Beni kullanıyor resmen. Elimden tutup yürürken kendisinin yürüdüğünden o kadar emin ki benle kovalamaca bile oynayabileceğini düşünüyor. Evet, bunu yapıyor. Eleleyken benden kaçıp bu durumdan inanılmaz eğleniyor. Gülsem ağlasam mı şaşırdım!

Bugünler geçsin diye bekleyip duruyorum. Oysa yarının bugünden iyi olacağını kim nereden biliyor ki. Geçmişte de oldu hep gelecek aydınlık günleri beklediğim, her zaman daha iyi mi oldu herşey. Hayat bu, bir öyle bir böyle.

1-2 hafta önce dişinin verdiği huzursuzluk geçsin diye bekliyorduk. Öyle bir huzursuzluk ki yüzünü güldürmeyen, tabağımdan kaptığı kurabiyeyi yerken bile nedense ağlatan.




Sonra diş rahat bıraktı onu biraz, evde olmadık şeylerle eğlenir, gizli yerlere saklanıp saklanıp sevinir oldu.







Tam oh dedik, oğlumuz geri döndü, bu sefer düştü, çok kötü düştü ve ağzının acısı huzurumuzu kaçırdı. Ama 3 gün önce değil miydi, yine birşeyleri bekliyordum ve Poyraz iyiydi. Ağzının acısı azalmış keyfi yerine gelmiş İkea'da biz sırayla alışveriş yaparken o neşeyle oynuyordu. (İkea ayrı bir yazıyı hakediyor, daha sonra)

Oysa 2 gün önce de hastalandı işte. Bütün gün mızıldanıyor ve emmek istiyor. Emzik verdik, bir şansımızı deneyelim, belki tekrar başlar dedik. Çok komik geldi ona,emziği ağzına verdiğimiz an gülmeye başlıyor. Koca çocuk oldun bütün gün annenin memesinin emdiğine gülmüyorsun da buna niye gülüyorsun oğlum!!

O da geçecek, başka şey başlayacak. Çocuk dediğin böyle büyüyor. Anne dediğin de.

Poyraz'a haksızlık gibi geliyor sürekli gelecek günleri beklemek. O her gününü en iyi şekilde yaşamalı. Ertelenmemeli onun mutluluğu, düzeni, huzuru. Ama yapamıyorum. Oysa o yeni birşeyler görmekten deli gibi zevk alıyor ve herşeyi unutup kendinden geçebiliyor.




Oysa o annesi güler ve onu da eğlendirirse nasıl da güzel gülüyor.





Bazı günler için yaşanmasaydı da olurdu diye düşünüyorum bazen. O kadar zorlandım, o kadar keyifsizdim, olmasa da olurdu. Dün de öyle bir gündü oysa uykudan uyanıp bal gibi tatlı tatlı balığıyla muhabbeti de dün etmedi mi Poyraz! (Son günlerde huzurlu hissettiğim saylı anlardan biriydi, çekmeye doyamamışım, sonuna kadar 'bekle'meseniz de olur. )

Untitled from banu ozcelik on Vimeo.



Poyrazla yürüyüş yaparken binaların arasında, denize geçiş görüp (Burası deniz ülkesi sözde ama deniz kenarları kapalı hep, binalar var. ) hemen bebek arabasını kenarda bırakıp kumsalda yürüyüşümüz de dündü. (tabi ki elele) Deniz kenarına gittik ne güzel. Poyraz ısrarla havuz dedi, ben de kızdım ona, 'havuz böyle güzel kokar mı oğlum, böyle dalga olur mu havuzda, bu sonsuzluk hissi hangi havuzda var, denizin için canlı dolu sen biliyor musun, senin göbek bağın da denizin dibinde, denize havuz deyip delirtme beni' Eh, kızmadım tabi. Ama yumuşak yumuşak söyledim bunları. Denize ayaklarımızı soktuk sonra. Sonra geri döndük yine ana oğul, evimize. Poyraz etrafta yürüyen herkesi durup uzun uzun inceler, etrafta duyduğu tüm konuşmaları taklit ederken (bilmediğim diller konuşabiliyor oğlum), uzaklardan bile bir kahkaha gelse hemen ha ha ha diye onları taklit ederken, o yaşanmasaydı dediğim günün bir kısmı yaşandı. Hiç o anlar olmasa olur muydu!

Poyraz beklemiyor hiç bir şeyi, o büyüyor, gülüyor, ağlıyor, oynuyor. Beklemesin de.


Not: Bu yazıya başladığımda nerdeydim, şimdi nerde! (Murathan Mungan, bu şiire başladığımda nerdeydim, şimdi nerde mısrasından arak) Şu an daha iyiyim ama başlamıştım bu yazıya,zamansızlıktan ancak tamamlayabildim, atmak da istemedim...

7 yorum:

larcencielblog dedi ki...

Banu, sen iyi ki açmışsın bu blogu! Çok değişik bir tarzın var. Hani "güldürürken düşündüren" derler ya, güldürürken hüzünlendiren. Yılmaz Erdoğan filmi gibi, evet :)

Gelecek günleri bekliyoruz evet, anın güzelliğini kaçırıyoruz ama di mi? Senden okuyunca dank etti! Ben de hep bir şeyleri beklerim. Ve beklediğim şey olunca da mutlak mutluluğu bulacağıma inanırım/öyle sanarım. Ama öyle olmaz. Hayat acı ve tatlıdır. Yalnızca ikisinden biri olsa, ya öldürür ya bayar!

Yapabileceğimi sanmadan yazıyorum, sanırım kötü zamanların geçeceğinin düşünerek güzel anların tadını çıkararak yaşamaya çalışmalı.

Hayatımda hiç bu kadar optimist olmadım ama, zaten benim dediğimi yap, yaptığımı yapma!

Öperim o bıdır bıdır konuşan Poyraz'ı!!! Bu arada, senin elinden tutarak kovalamaca oynamasına gülmekten öldüm!

Banu Özçelik dedi ki...

Başak :) Ya aslında benim blog için niyetim öyle laylay lom şeyler yazıp durmaktı da bu ara öyle olamadı bir türlü. Yoksa ben kiiim güldürürken hüzünlendirmek falan kim.

Bu arada, sen bana nasıl da optimist ve neşeli görünüyorsun. Şaşırıyorum sen optimist değilim falan deyince.

Yorumlarında haklısın, kendime de hep telkin ediyorum bunları da işte bazen olamıyor. Bu yazıyı biraz kendimi ikna yazısı gibi de yazdım galiba.

O kovalamaca olayı trajikomik gerçekten. :) Kediköpek diye bir yapışık çizgifilm karakteri var. Onlara benzetiyorum bazen halimizi. :))

Sen@ dedi ki...

Banu cum,
hem Poyraz'ı hem Dubai macerasın ı hem de Korsan mafyasını sayende takip ediyorum. Kardeşine biran evvel kavuşmanı dliyorum..Yaşarken bazı şeylerin geçmesini beklemek, zamanı kaçırmak ifaden beni çok bildik bir yerimden yakaladı...Uyarın için teşekkürler !

Adsız dedi ki...

Banu cum ,
Lay lay lom yazacaktım basta ama olmadı demişsin ya.İyi ki olmamış bence.Yazılarının gittikce daha farklı bir hale bürüneceğini de düşünüyorum ben.Süper bence.
Gecen gun dusundum keske işsiz oldugum o 8-9 aylık sürecte hani herseyin tınkanmış oldugunu dusundugum ve hep biseyleri bekledigim zamanda keşke ben de senin gibi yazsaymışım diye.Hep gecsin dedigim o sıkıntılı gunlerde ozledigim birsürü sey var ve unuttugum.Ufak tefek yazmısım bi ara paylasırım senle ama yetersiz.Neysesana tek tavsiyem en berbat gunde bile kendini sımartmaya calıs,kendini iyi hissettirecek her seye atla derim ben.Denize ayaklarını sokmak ,en uzak marketten en sevdigin tatlıyı almak ve tatlını yerken Fuat la kucaklaştıgın anı düşünüp (Poyraz bi elinden cekistirirken :) ) gülümsemek gibi :)
BUKET

k.i.s.d. dedi ki...

Canım arkadaşım, olumsuz günlerin yaşanmasa da olması gibi bir şey bana sorarsan olası değil(ne dedim lan nasıl cümle bu?- Neyse, anladın sen:) ). Lakin onların kattığı dirayet ve birikmesine yardım ettiği potansiyel enerji olumlu günlere kıyasla çok daha fazla.
Hayt bu, bir öyle, bir böyle... Cevdet uyanmasaydı neler diycektim neler, diyemedim. Bye!

Banu Özçelik dedi ki...

sen@, bu blog işini hala aklım tm almıyor, benim bizzat haber vermediğim birilerinin beni takip ettiğini öğrenince pek heyecanlanıyorum. heyecanlandırdın beni. :) bu yazıyı biraz kendime de uyarı niteliğine yazmıştım, seni de bir yerlerden yakaladıysa sevindim...
buket, sen keşke yzsaydın hakkaten uzun uzun. ne de güzel yazardın. ama benim durumumda derin derin yazacaksan oturup adam gibi yazmak lazım, 2 yemek arası 3 satır şeklinde yazıyorsan da biraz daha hafif yazmak lazım gibi geliyor. ordan karışık aklım. laylaylom olma isteğim de biraz da ondan. :)

kisd, anladım tabi ben seni. sıkıntıların vazgeçilmezliği ve kıymeti konusunda sana sonuna kadar katılıyorum. ancak, hani dersin ya, gözümü açıp kapatayım şu gün olmuş olsun, aman çabucak geçsin bu X gün, biraz onu anlatmaya çalıştım. o günlere 'olmayıversin' demek gibi birşey o. karıştı galiba iyice ama sen anlamışsındır. :)

PINAR dedi ki...

sanirim henuz olmayan erkek cocugumun yerine Poyraz'i koyacagim:) cok sevdim ben siziiiii....
opuyorum kocaman kocaman, sanirim carsamba gelebilecegim yeni evinize...