4 Ekim 2010 Pazartesi

Bir kenti böylece bırakıp gitmek...

Valizler ortalıkta, misafirler gitmiş, Poyraz evde daraldı. Sokak kapısına yapıştı gidelim diye. Erol valizleri indirmek için evden çıktığında peşinden gitmeye çalıştı. Arabalarını paspasa bırakıp düştü yola...





Giderken arabada Cem ve Tuğba'nın hediyesi kitabını verdik. Bayılıyor zaten ona, yarım saat falan sanki dünya siyasi tarihini okur gibi çatık kaşlarla inceledi. Rahat geçti yani yol!









Sonra havaalanı. Serdar geldi havaalanına. Pasaport kuyruğunda beklerken bir el sallayanımız oldu. Hastaydı o da. Öpemedi hiçbirimizi ama el salladı. Ne kadar da iyi geldi.

Endişeli düştüm yollara. Başlıktan devam edersek 'içimde bin kaygı binbir soruyla'. Aslında genelde kısa vadeli çözülecek şeylere odaklanmıştım, o zaman çok derin hisler içine girmiyordum da evde ibranice bir şey görüp çöpe atarken, of dedim, yeni diller, yeni alfabeler, 2 yıl önce ne heyecanla İsrail'e gidiyorduk, 2 yıl anlamasak da İbranice ile yaşadık, şimdi o zinhaaar, yasak. Arapça giriyor hayatımıza. Aman neyse ordan burdan bir anda aslında sadece aman otelde nasıl yemek pişecek, aman ev nasıl bulunacak, nasıl yerleşecek falan değil baya baya yaşamaya gidiyoruz biz oraya diye anladım. Anladım da anlatamadım. Ama işte anlayınca zorlandım biraz. Onu anlatmak daha da zor.

Havaalanında işler yolunda gitti.Poyraz yine millete yanaşma, şirinlik yapma modundaydı ama bu olay beni o sabah görüp, gülmekten öldüğüm Zaytung'daki haber yüzünden huzursuz etti. Valla da billa da etti. İnsanların hepsi o adam gibi düşünüyor gibi geldi. Haber de şu işte: http://zaytung.com/video.asp?videoid=2&ref=nf

Sonra uçağa bindik. Allahtan Poyraz'ın burun tıkanıklığı sorun yaratmadı inişte ve kalkışta. Kavanozda zeytinyağlı taze fasulye ve bulgur pilavı taşımıştım yanımda. Yedi 3-5 kaşık. Sonra bi koşturdu uçakta (tabi ki babasının elinden tutarak), yan koltuktakilerle muhabet kurmaya çalıştı (kızları vardı, gözünü alamadı onlardan). Tam uyku saati geldiğinde bana doğru koşup ötmeye başladı. Mesaj alındı, meme kalkanları kaldırılsın dedik ve poyraz cork cork emip anında uyudu.







Vaktinde sayılabilecek bir şekilde kalktık, öyle de indik.Uçaktan indiğimizde yüzümüze vuran sıcak hava uçağın motorlarındandır canım dedim. Sonra anladım, değilmiş.

Uçaktan inerken Poyraz uyandı ve suratında mest olmuş bir gülümseme ile etrafı incelemeye başladı. Havaalanı süreci de öyleydi. Ya rüya sandı herşeyi ya da 'olm, ben bu saatte hep uyuyordum meğer o sırada neler oluyormuş' diye büyülendi. Bundan sonra her gece uyanıp aynı eğlenceyi ister diye korktum ama neyse ki olmadı öyle birşey. Herkese gülümsedi, el salladı, tüm valizlerin tekerleklerini çevirdi. (ah zaytung yaktın beni orda da) Sonra otele gelene kadar da uyumadı, arabayla otele gelme safhası dahil.


İlk kez Emirates ile uçuyorduk. Bebeklilere ön koltukları ayırıyorlarmış. (iyi birşey) Poyraz'a beşik verdiler, ucu ucuna sığdı. Yani ayaklarını falan kıvırarak. 45 günlükken İsrail'e gittiğimizde de uyumuştu onda, içinde kayboluyordu. Erol'la bakıp bakıp duygulandık ama sonuna kadar orda uyumadı tabi,bir yerden sonra kucağımdaydı. Oh mis. Ha Emirates'i yazıyordum. Oyuncak veriyorlar bebeklere hediye. Kukla falan birşeyler. Hoş olmuş. (bu da iyi birşey) Ön koltuklarda koltuk arası kollar kalkmıyor. Bu da kötü birşey. Bir dahaki sefere en ön koltuk almam ki Poyraz rahatça yatsın kucağımızda. (bu Emirates kısmını tamamen bloglarda herkes birşeyler yazıyor ya, öğretici, faydalı falan, öyle olsun diye yazdım)









Hiç yorum yok: