26 Kasım 2011 Cumartesi

Banyo yapan bir filin hissettirdikleri

Yazin Ozguranne'yle pek tatli bir sabah kacamaginda kahvemizi yudumlarken anlatmisti arkadasini. Hikayesini, hastaligini ve yapmaya calistiklarini.

Nurturia'da asamalari izledik yavas yavas. Bir parmagimizi oynatip katkida bulunabilmis degiliz ama yine de bizim aplikasyonumuz o. Ben ona 'duygulandirici aplikasyon' diyorum.

- Genel olarak insanlarin, biraz daha ozel olarak kadinlarin daha ozel olarak annelerin azim ve inancla ne guzel seyler yapabildiklerini gorup hem gurur duyuyor hem de fena halde ozeniyorum.
- Hikayenin yazari olan babanin artik hayatta olmadigini bilmek yuregimi fena halde sizlatiyor. Indirip heyecanla izlerken hikayede babanin resmini gorunce nedense gozume birsey kaciverdi aniden...
- Poyraz'in hem sevdigi hem de eglendigi birseyin elimdeki telefonun icinde oluvermesi cok hosuma gidiyor. Bir de ille vicdan yapacaksam, hani 'aman da gelisimine katki olmazsa olmaz yalebbim' noktasinda olsam (ki degilim :) ) icindeki oyunlarla el goz koordinasyonu, ince motor, sebep sonuc iliskisi gelistiriyoruz. e zaten hikaye guzel, resimler guzel. Daha ne olsun...

Kitap hem ingilizce, hem turkce. Ucretsiz. Iphone, Ipad ve Androidlerde calisiyor.

Filin Banyosu'nun hikayesini programcisi Ozguranne'nin dilinden suradan okuyabilirsiniz.

Siz de hemen indirmek isterseniz:


Filin Banyosu

Hem Türkçe, hem İngilizce uygulama


iPhone, iPod touch için: http://itunes.apple.com/tr/app/filin-banyosu/id480530911?mt=8
iPad için :http://itunes.apple.com/tr/app/filin-banyosu-hd/id480534889?mt=8

Android :https://market.android.com/details?id=com.betikus.filinbanyosu

Elephant's Bath


iPhone, iPod touch :http://itunes.apple.com/tr/app/elephants-bath/id482034586?mt=8

iPad : http://itunes.apple.com/tr/app/elephants-bath-hd/id482040393?mt=8

Facebook: http://www.facebook.com/ElephantsBath

24 Kasım 2011 Perşembe

Cumhurbaskani'na Sorabilmek

Somali'de 3 ac turk bloguna yazdim. Onumuzde kucuk de olsa birsey yapabilecegimiz 1-2 gun var. Etkisi olursa, kardesimi getirmese de bir devlet yetkilisini bu konuda konusmak durumunda birakmak iyi gelecek sanirim..

http://somalide3acturk.blogspot.com/2011/11/cumhurbaskanina-sorabilmek.html

17 Kasım 2011 Perşembe

Mutsuzluktan Kacarken Robota Donusmek

Herkesin sikinti ile mucadele yolu farkli. Herkesin farkli cesitlerdeki sikintilarla mucadele yollari da birbirinden farkli elbet. Misal ben, kucuk sikintilarda (mesela Erol 2 gunlugune yurtdisina gidecek olsa) acayip veryansin eder, mizildanir da mizildanirim. Buyuk sikintilarda ise herseyi bastirmaya calisirim. Buyuk bir aciyi kendimi birakip sonuna kadar yasayacak olsam kaldiramayacagimi bilirim, kendimi 'energy saving' moduna geciririm.

Bu ne demek: Sanirim antidepresanlarin da en azindan bir kisminin yaptigi sey: Duygularinin tamamini minimumda tutmaya calismak. Kalbine, hisseden yerlerine hic dokunmamak. Bu, ozellikle duygularini dolu dolu yasamayi seven ya da sevmese de dogasi oyle olan bir insan icin fazlaca zorlu bir tecrube. Kosmayi cok seven bir atlete, hala kosma yetisi ve enerjisi de varken, kosarsan yasayamazsin denmesi gibi.

Duygulanan yerlerine dokunmamak icin oncelikle hayatini da son derece sig ve renksiz yasamak zorundasin. Muzik dinleyemiyorum. Muzik, en azindan iyi muzik insanin bir yerlerine dokunur. Ya huzunlenirsin ya da icin kipir kipir olur nese dolar. Huzunluleri dinlemeyi coktan biraktim ama neselileri dinlerken de cok sacma birsey yaptigimi hissediyorum. Duygulari olmayan bir insan icin muzik cok anlamsiz birseymis, ben bunu gordum bu donemde. Duygulardan arindirilmis muzik guzel bir matematigi olan hos sesler butunu gibi. Duygulardan kacinilirken muzik ya bu tarife uyuyor ya da fena halde tehdit oluyor.

Film tavsiye edildiginde hemen 'uzucu birsey var mi?' diye soruyorum. Bu nasil bir sanat anlayisidir yalebbim? Dunyanin en iyi filmi olsa (ne demekse o da), huzunlu deseler kalsin diyorum. Keza kitap secimlerimi de buna gore yapiyorum, onceden okuyan birini bulup uzucu birsey olmadigini teyid etmeden hicbir kitabi okumuyorum. Utanc verici.

Ama daha once de dedigim gibi, sadece uzulmeyyeim, diger duygulrim dursun yanimda olmuyor. 'kederlerden uzaklastim, simdi nese saciyorum' olayi kulliyen yalan. Kederden kaciyorsan nese de sacamiyorsun, sactigin nese yalan oluyor. Cunku kalbini bir duyguya kapattiysan diger duygular da eksik. Mutsuz olmama mucadelesindeki bir insanin sen kahkahalar atma ihtimali cok dusuk. bahar geldi diye yollarda sekerek yurume ihtimali de. yeni birine asik da olamaz o insan (ki bu evli bir kadin icin cok da buyuk bir kayip olmayabilir :) )

Bu bir bedel. Icinde bulundugun durumun sana hissettireceklerini sonuna kadar yasamayi goze alamiyorsan odeyecegin bir bedel. Insaniyetinin azalmasi. Icindeki sevginin de azalmasi. Bir nevi duyarsizlasma. Robotlasma. Yazik...

Sanirim Fuat dondukten sonra frenden ayagimi hizla cekiverince, yavrulamis bir kus gorunce sevincten taklalar atan, arkadasinin tirnagi kirilsa honkurerek aglayan, sarkilarda masalarin ustunde danseden ya da hemen bir raki koyup 'seviyorum ulan' diye kadehi masalara vuran bir insana donusecegim. Ya da kullanilmayan organlarin kuculmesi lanetine ugramissam hayatimi bir robot olarak surdurecegim.

Hepsine raziyim. Kardesim gelsin artik...

4 Kasım 2011 Cuma

'Cekilebilirsiniz memeler'

Ohoo, daha bir suru yazi vardi yazacagim ama yazamadim. Tadim da yok zaten. Ne yazayim. Ama Nurturia araciligiyla tanidigim 6 guzel anne beni de aralarina alip guzel bir blog kurdular. www.7anali7oglan.com. Ben pek yazamam dedim aslinda, hatta oyle dedigimi de sebepleriyle surada tekrar yazdim. Ama sonra, emzirmeyi nasil biraktigimi yazmam gerektigini (evet tabi ki gerekiyor :P) ve o sitenin bunun icin iyi bir adres oldugunu dusunup zorladim kendimi ve surada da onu yazdim.
Yeterince konustum sanki bu aralar, iyi seyler soyleyene kadar susabilsem ama susamam da. Bakalim...

4 Ekim 2011 Salı

bizi hatirliyor musunuz?

Once vaktim yoktu, sonra modum yoktu, sonra bilgisayarim bozuktu, yazamadim bir turlu. Simdi poyraz gunduz tek uzun uyku uyur oldu, biraz vakit. Modum yok ama yeni laptopim bir heves yaratti gumbur gumbur yazip durma niyetindeyim.
Yazdan beri zihnimde biriktirdigim yazilar var ama once guncel birseyle baslayayim, elim alissin. (bu arada yeni laptop dubai'den alindigindan turkce karakter yok, bu klavyeyle turkce yazabilme motivasyonunu yakalayana kadarki karakter eksiklikleri icin ozur dilerim)

Henuz tamamlayamamis olsam da normalligin pesinde serisinde goruldugu gibi biz aman normal olalim diye bir caba icinde yasamaya devam ediyoruz. Bu kovalama kapsaminda odevlerden biri krese gitmekti. Burada, dubai'de bir denedik, olmadi. Onu ayrica anlatayim. Isinma turlarini, bu ara bana yapismis olan oglumla kucak kucaga yapalim niyetiyle oyun grubu ya da iste grup olsun da ne olursa olsun grubu arayislarina girdik. Evimize yakin bir aktivite bulduk. Adi boogie babies, icerigi sarki calsin biz de el kol sallayalim, tef singirdatalim.

Gittik, basima gelecegi hafiften tahmin ettigimden once salonun etrafinda vakit gecirdik biraz. Bir tur klup'un icinde bir yer. Kafesi, parki falan olan. Yani okul hissi yok. Hersey yolundaydi. Salonun kapisina gelip iceride bizi heyecanla davet eden bir kadin ve baska cocuklar oldugunu gorene kadar. Bunlar bu kadar coskuyla beni sokmaya calisiyorlarsa vardir bir yamuk, cok da cocuk var, bizi birakmasinlar basbasa gibi bir killanma icine giren Poyraz, gidelim gidelim diye tuturdu. Bu sefer onu aglatmaya hic niyetim yoktu. Tamam gidelim dedim. Ciktik ama salonun etrafinda dolanmaya devam ettik. Sonra muzik sesi gelmeye baslayinca, 'aa bak sarkilar var hadi bi bakalim' dedim. Kucagima cikip olur da kollardan kurtulursam diye bacaklariyla da beni simsiki sarip iceri girmeye razi oldu. 'Seni kucagimdan hic birakmayacagim" dedim. Rahatladi.

O sirada eskilerden bir gunu hatirladim. Israil'de bir avm'de ayni aktivite bedava yapiliyordu. Ben de Poyraz'i birkac kez goturmustum. 10 aylikti. Asla yanimda durmazdi. Emekleye emeleye tum bebeklere ve buyuklere bulasirdi. Bir gun dolanip dolanip sonunda ogretmenin (ogretmen denmez herhalde ama acaba ne denir) karsisina oturmus, onun yaptigi hareketleri yapmisti. Cok gulmustuk hepimiz haline.

Ayni cocuk yaklasik 1.5 yildan sonra kucagima yapismis olarak izliyordu aktiviteyi. Neyse ki ilerleyen dakikalarda hafiften kucagimdan iner oldu. Her sarki bittiginde sert bir sekilde 'bu sarki calsin' dedi. Hangisini istedigini o da bilmiyordu, ne de olsa tumu yeniydi ama bizden surekli sarki istemeye aliskin oldugundan buna devam etmek istedi.

Klasik renkli kumas/parasut acildi, tum cocuklar altina girip dolandi. Poyraz ustune bakmak konusunda cok israrli davrandi ve bizle beraber kumasi cekistirmeye calisti.

Yer yer kucagimda yer yer yerde oturarak daha rahatlamis bir sekilde yarim saati tamamladi. Ben de hafiften de olsa rahatladim.

Bu is boyle boyle olacak. Zorlamadan, guvenini kirmadan. Okuldan alma sebebi olarak ona 'okul tatil oldu' dedim. Tatil bittiginde yeni bir okula sevgiyle adapte olacak umarim.

Donerken arabada 'ne yaptik oglum biz' dedim, anlatti bana ' bi tane okula gittik. orada cocuklar vardi. ne yapiyordu cocuklar, sarki soyluyordu. okul degildi orasi. okul yok. okul tatil oldu.'

8 Eylül 2011 Perşembe

Kardesim 1 yildir esir

Bugun 1 yil oldu. Ilk gunler ciddiyetini anlayamadim. Ilerleyen gunlerde isin cok da basit olmadigini anlayinca bunun bir kabus oldugunu dusunmeye basladim. Uyanmayi bekledim bekledim, uyanamadim. Simdi biliyorum bu bir kabus degil gercek. Pek cok kabusumdan daha korkunc ama gercek. Kabuslarimda yaratamayacagim kadar korkunc bir gercek.
1 yildir her sabah bogazimda bir yumruyla uyaniyorum. Onun nasil uyudugunu nasil uyandigini merak ediyorum. 1 yildir her gece sizim sizim sizlayarak yatiyorum yataga. Nasil cabaladik, nelere umit bagladik, kac kere kurtulacaklar sandik. Ne cok hayal kirikligi yasadik. Kadikoy'e gitse mesela, ne bileyim siddetli yagmur baslasa 10 kere arayip iyi olup olmadigini kontrol eden ben Nisan ayindan bari kardesimden hicbir telefon almiyorum. Oncesinde aldigim telefonlar da zehir zemberek.
Bazen insanliktan, dunyadan nefret ediyorum. Bu koskaca dunyanin oradaki bir avuc insani kurtaramamasindan ve hal boyleyken buyuk buyuk konusmalar yapmasindan kendini pek bir guclu ve hayatin akisina hakim gormesinden nefret ediyorum. Sanirim bir seri katile falan donusebilirdim, icimdeki salak insan sevgisi olmasa ve daha onemlisi bu donemde dostlarimdan ve pek cok insandan inanilmaz bir destek gormesem. Bireylerin insanligina inanmaya devam ediyor ama global insanliktan nefret ediyorum! Ne demek bu, anlatmam zor ama sanirim anlamissinizdir.
Annemden hic bahsetmiyorum bile. Bir evladin nasil buyutuldugunu kendim birebir yasiyorum. Gozunden sakindiginin evladinin birileri ticaret yapacak, birileri para kazanacak diye bu durumda olmasinin insani deli edebilecegini biliyorum. Delirmedigi, sessiz bir aci icinde oldugu icin annemle gurur duyuyorum ama yuregim onun icin de cok sizliyor.
Diger 2 Turk'un eslerini biliyorum. Erol is seyahatine gittiginde bile nasil yalniz hissettigimi dusunuyor, onlar icin de kahroluyorum. Ustelik, esleri onlarin evine ekmek getirenler. Essiz ve parasiz kalmak ne zor birsey, dusundukce kendim icin uzulmeyi birakmaliyim diyorum. Ama birakamiyorum.
Gurcu bir tanidigim var. Gemideki Gurcu gemicilerden birinin babasini taniyan. Adamin saclari bembeyaz olmus son 1 yilda. Ne sucu var o
adamin, o adamin oglunun? Dunya sen ne adaletsizsin!
Ustelik biz her aksam zor dedigimiz uykulara rahat yataklarimiza yatarak, bogazimizdan gecmiyor dedigimiz lokmalarla aldigimiz kilolardan sikayet ederek, insanlarin icinde hatta gulup eglenerek yasadigimiz sikintidan boyle sikayet ediyoruz. Onlar ne yapiyor? 1 yildir!
Kardesimi cok ozledim. O benim en yakin dostlarimdan biriydi. O benim yuregimin en derin sevgilerinden biri ve biliyorum ki ben de onun.
Onsuz yalnizim, eksigim.
Ben burada herseyi gorur ve bizzat yasarken onlari hala kurtaramadigimiza inanamiyorum ve dunyaya kusuyorum. Onun orada, onu
kurtaramadigim icin bana icin icin kirildigini, kustugunu dusundukce kahroluyorum. Onun dunyayla tek bagi benim ve ben hic bir sey
yapamiyorum. Hayatimda hic bu kadar aciz hissetmemistim. Bana akil verin. Yapmadigim birsey var mi, yaparsam onu kurtarabilecegim?

Gazetelere bir yazi gonderdim. Haber yapsinlar diye. O yaziyi da asagiya kopyaliyorum. Ne yapayim ben ey dunya, nasil kurtarayim
kardesimi?


8 Eylul 2010 tarihinde Somalili korsanlar bir gemiyi ele gecirdiler. Bu gemide 3 Turk vardi, biri benim kardesim. O gunden beri neler oldu,
'haber'iniz var mi?
O gun 3 evde caldi, yakininizin calistigi gemiye korsanlar el koydu telefonu. Biri bizim telefonumuzdu, kardesin Fuat Ozcelik'in gemisine el
kondu ama cok sorun yok, yakinda kurtulurlar dediler, inandik, panik olmadik. Biri Yakup Ozturk'un esinin telefonuydu. Kocasi uzaktayken
evinde kalamadigi icin Izmir'deki ailesinin yanina gitmis ve onu beklemekte olan. Biri Mustafa Aricilar'in esinin eviydi. Yaninda babasini soran
buyuk oglu, karninda herseyden habersiz kucuk oglu.
Bu 1 yil icinde' bu 3 gemici korsanlar tarafindan belirlenen zamanlarda ailelerini aradilar. Ilk zamanlar iyiyiz diyorlardi, zamanla once gemideki
yemek ve su bitti, cok zorlanmaya basladilar; sonra dayak yediklerini, ac birakildiklarini, pislik icinde olduklarini anlattilar. Aileleri onlara
'beklemekten baska yapacak birsey yok' demek zorunda kaldi her seferinde. Geminin sahibi olan Yunanli armator iflas etti. Korsanlari parasi
olmadigina ikna etmek icin calisti, ikna olmadilar. Ikna olmadikca eziyetlerini artirdilar.

Bu 1 yil icinde bir gun ben cok merak edip gemi telefonundan kardesimi aradigimda telefonu acan korsan kardesimin bir hafta once hastalik
ve acliktan hayatinin sona erdigini soyledi. Siz hic kardesinizi kaybettiniz mi? Hem de bu sekilde? 1 hafta sonra kardesim telefon edene
kadar neler yasadigimi hayal edebilir misiniz?

Bu 1 yil icinde devlete - Disisleri Bakanligi, cumhurbaskanligi, basbakanlik, Yunanistan Turkiye Buyukelciligi, Turkiye Yunanistan
Buyukelciligi, Sn Sumeyye Erdogan- resmi veya gayri resmi kanallarla defalarca defalarca haber ilettik, telefonlar ettik, dilekceler gonderdik.
Bu 1 yil icinde devletten bize bir tek cevap bile gelmedi. Disisleri bakanligi ile yaptigimiz gorusmelerde konunun bilgileri dahilinde oldugunu
yapacak birsey olmadigini ilettiler.

Bu 1 yil icinde Gemideki diger 15 personelin ulkesi olan Gurcustan'da basin, devlet ve halk bu konuyu yakindan takip etti, yardim
kampanyalari duzenlendi, korsanlarla bile temaslar kuruldu. Ama Gurcustan kucuk ve gucsuz bir ulke oldugundan bunlar sorunu cozemedi.

Bu 1 yil icinde en son Nisan ayinda gemideki yakinlarimizdan haber aldik. Kardesim Fuat, para verilmezse 3 gun icinde olduruleceklerini
soyledi. Yakup Ozturk esine iskence gorduklerini ve para verilmezse olduruleceklerini soyledi. O zamandan beri gemiden hic kimse bir haber
almadi.

Bu 1 yil icinde Mustafa Aricilar'in 2. oglu dunyaya geldi. Bir kadin kocasinin hayatta olup olmadigindan bile emin olamayarak dogum yapti.

Bu 1 yil icinde Yakup Ozturk'un esi hala evine donemedi.

Bu 1 yilin son 1 ayinda Turkiye Somali'ye yardim kampanyasi duzenledi. Turkiye'nin kurdugu temaslarin bizim insanlarimizin kurtarilmasi icin
de faydali olmasi umuduyla konuyu Devlete tekrar ilettik, dilekce kampanyalari duzenledik (somalide3acturk.blogspot.com) basina tasidik.
Devletten hicbir resmi donus olmadi. Gayriresmi kanallardan ogrendik ki Sayin Basbakanimiz konuyla ilgilenmis ve Somali Cumhurbaskanina
bu insanlarin serbest birakilmasi ile ilgili talebini iletmistir. Sevindik, basina da haber verdik ama yetkililer basina bunu dogrulamadi. Sasirdik,
endiselendik.

Daha sonra devletin Yunanistan ile yasadigi diplomatik sorunlardan dolayi (geminin sahibi Yunanli bir sirket) bu gemiyle ilgili hicbir aksiyon almayacagini yine gayriresmi ama guvenilir kaynaklardan ogrendik. Yikildik. Cunku baska hicbir umit yok artik.

Tam 1 yildir 3 Turk Somali'de esir. Hala hayatta olduklarini umuyoruz. Kurtarmak zor ama mumkun. Yeterli duyarliligi yaratmak icin sizlerin de destegini rica ederim.

Saygilarimla,

Banu Ozcelik Goctu

Konu ile ilgili bilgilerin ozeti:
- Şirketin adı FRIO VENTURES S.A., ülkesi Yunan
- Gemi Malta bandralı, adı M/T OLIB G
- Gemideki 18 personelin 15'i Gürcü, 3'ü Türk. Türk personelin isimleri Yakup
Öztürk, Mustafa Arıcıoğlu, Fuat Özçelik (kardeşim)
- Gemi Hindistan'a dogru gitmekteyken 8 Eylul 2010 tarihinde ele gecirildi ve su anda Somali kiyilarinda

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Somali'de 3 ac turk

Bu blogu takip edenler biliyor. Kardesim Fuat 11 aydir Somalili korsanlarin elinde. Somali'ye yardim icin pek cok temasin kuruldugu bugunlerde kardesim ve diger gemicilerin de kurtarilmasi icin bir dilekce kampanyasi baslattim. Uygun gorur ve destek olmak isterseniz bu linki kendi mecralarinizda da paylasmanizi ayrica dilekce gondermenizi cok cok rica ediyorum.

tesekkurler

http://somalide3acturk.blogspot.com/2011/08/somalide-3-ac-turk.html

28 Temmuz 2011 Perşembe

'Normal'liğin Peşinde 3: Doğru Yerdeyiz

Daha önce yazdığım şuuuu ve buuuu yazıların devamıdır.

Aslında geniş bir zamanda uzun uzun yazmak isterdim Berta Hanım'la görüşmemi ama yarından sonra tatile çıkıyoruz (bekle bizi ege deniziii) ve Poyraz'ı blogda da temize çıkarmadan gitmek istemiyorum. :)

Berta Hanım'la önce ben tek başıma gittim görüşmeye. Elimde notlarla. Poyraz

- çok erken ve düzgün konuşmaya başlamış
- insanları seven, ben ve babasından başka da hayatında çok iyi tanıdığı, sevdiği ve özlediği insanlar olan
- parklarda, cafelerde insanların yanına gidip kendince sataşan
- çocukların yanına giden
- derdini illa ki anlatan ve bizim dediklerimizi anlayan
- kreşe başlayan ve orada çok mutlu olan
- zaman zaman espri yapan (mahallede adı elisas olan bir arkadaşına elias biraz deyip gülüyordu veya efe'ye efege diyordu)

bir çocuk. Ama aynı zamanda

- başını evet hayır anlamında sallamıyor, evet hayır tepkisi yok
- çok seyrek bay bay yapıyor, neredeyse hiç
- bazen komut almıyor, dediğimizi duymamış gibi davranıyor
- bazen tek parmak değil tüm eliyle işaret ediyor
- ekolali yapıyor
- anne, baba diye seslenmiyor. ayrıca örneğin 'anne al' demiyor da 'anne alsın'diyor.
- özbakım fonksiyonlarını hep ben yapıyorum

ayrıca daha önceki yazılarda anlattığım durumları anlattım. Normalde çok daha sosyal ve iletişime açıkken ilaç azaltma ve nöbet döneminde çok kapanma oldu. Şimdi biraz daha iyi ama bu sorunlar var.

Berta Hanım'ın bana yaptığı yorumlar:

- Epilepsili çocuklarda çok dikkatli olmalıyız. Nöbetler ve ilaçlar zaman zaman gelişimde sorun yaratır. Yerine konulamaz şeyler değildir ama gerilemeleri veya yeterince gelişmeyen noktaları hemen tespit edip toparlamamız gerekmektedir. Düzenli olarak bir gelişim uzmanı görmenizi de öneririm.

- Bu kadar yoğun endişe çocuğa çok zarar verir. Annesi aşırı endişeli çocuklarda 2 tip tepki gelişir. Ya onlar da çok endişeli olurlar ve karşımızda olmadık şeylerden korkan aşırı aşırı temkinli bir çocuk buluruz ya da kendilerini endişe anlarında anneden gelen sinyallere kapatırlar. Bu da çok tehlikeli, herhangibir sorun anında kendini dünyaya kapatan bir insana dönüşürler. Aman dikkat!!

- Sakın test etme. (ben konut alıyor mu, sorularıma cevap veriyor mu, parmağıyla gösteriyor mu diye test edip durduğumu söylemiştim) Oyun içinde doğal akışında yap herşeyi. Biz burada sorun gördüğümüz çocukta sorun gelişimde mi yoksa ilişkide mi diye çözmeye çalışırız. Bazen annenin test durumuna karşı çocuk ondan komut almayı bırakır veya anne ile aralarında özel bir ses tonu vb vardır, anneden başka kimseden alamaz vb.

- Parkta seni bırakıp başka insan ve çocuklarla ilgilenmesi, konuşması, sorular sorması, etrafındaki dünyanın farkında olması otizm ihtimalini azaltıyor (burada çok önemli bir noktayı yazmam lazım, aksi durum geçerli değil, bunları yapmazsa otistik demek değildir kesinlikle, sadece bunları yapması otistik olmadığını düşündürür)

- otizmin en düşük noktasını (adını söyledi ama hatirlamıyorum) düşünirsek espri yapıyor olması o ihtimali de azaltır, çünkü mecaz anlayabildiğini gösterir, otizmde bu yoktur.

- Otizmin bittiği yerde PDD NOS başlar. (sonra da hiperaktivite) Bir ihtimal o olabilir. Bu çocukların iletişim becerileri diğerlerine göre daha yavaş gelişir. Kreş/okul ve sizin ilginizle rahatlıkla hayata uyum sağlar.

- Bütün anlattıklarında bana en kritik görünen nokta kout almadakı zayıflık oldu. Bu da otizm vb değil, sizin herşeyi onun yerine yapıyor olmanızı göstermesi nedeniyle kritik. Test etmeden onun da birşeyler yapmasını sağlayın.

- Bu yaşta çocuklar her zaman bay bay yapmayabilir, çok takılmaya gerek yok.

- Önce Poyraz'ı görelim. Sen endişelerinden sıyrıl. Önemli birşey var gibi görünmüyor. Olanı da yaşı da çok küçük rahatlıkla çözeriz.

- Meme, uyku, kendini besleme gibi konularda da çok rahatlatıcı önerilerde bulundu. Herşeyi tek tek yap. Hiçbiri için geç kalmış değilsin. Memeyi kesebiliyorsan gündüzleri kes, uyku için emmeyi tatilden önce kesmeni önermem, tatilde o zayıf noktan olacak aman uyusun ya da gece ağlamasın diye geriadım atarsan yoyoya çevirmiş oluruz ve kötü olur. Tatilinizi yapın gelin, sonra uykuyu kes.
Bu yaşta çocuktan çatal kaşık kullanmasını bekleme. Önce diğer sıkıntıları çöz. Alıştırmayı önüne yemeğini koyup, geri çekilme şeklinde yapma. 2 tabak hazırla. Ona da eliyle yiyebileceği şeyler ver. O onları yerken sen çatal/kaşıkla destekle. 'Aa kendin yedin bak' vb teşviklerle gittikçe çatal kaşığa da geç.


Çıktığımda doğru yerde olduğumu biliyordum. Size anne diyebilir miyim Berta Hanım? (hayır kesinlikle annem olacak yaşta değil ama olsun!) Endişelerimden sıyrılmış ve yol haritamı çizmiştim.

Bir sonraki görümemize kadar geçen 1.5 haftada benim rahatlığım, kreş ve biraz da ona farklı yaklaşmam onda birşeyleri değiştirdi. Biz Poyraz'a gerçekten çok az komut veriyorduk. Bunu başka arkadaşlarıma baktığımda da görmeye başladım. Bizden çok daha küçük çocuğu olanlara bile. Biraz daha hayat onu katınca o da komutlara çok daha iyi karşılık vermeye başladı. Kreşte sağladığı uyum çok iyiydi. Okulun pedagogu Poyraz'la oynadığı br günün sonunda Poyraz'ın mental olarak yaşından çok ileride olduğunu söyledi.

Cızırdayan birşeyler hala vardı ama içim rahattı. Son görüşme ve sonuç daha sonra ama çok da endişelenecek birşey olmadığı anlaşıldı umarım (son yazıyı ertelemek için kendime zemin hazırlıyorum :) )

Son olarak da 'normal'lik ve etiketlerle ilgili şu çok güzel ve kısa bir yazıyı, ama bahsi geçen videoyu bulamadık: işte bu yazı

27 Temmuz 2011 Çarşamba

'Normal'liğin Peşinde 2: Anlaşılmak ve anlatılmak ne güzel şey

Otizmin hayatımıza soru işaretleriyle de olsa girişini şu yazıda anlatmıştım. Gelelim çok sevgili Seçil'e ziyaretim ve sonrasına.

Bir sabah atladın gittim Seçil'in Suadiye'deki ofisine. (bkz gunce danismanlik) Zihnimde binbir tilki. Erol uzak. Ben Poyraz'ı okuldan al pedagoga gotur oradan al bilmeneyap, karışan uyku düzenini (ne uyku düzenleri sevdim hiç yoktular) ayarlamaya çalış derken hem zihnen hem bedenen çökmüş haldeydim.

Seçil, daha ben söylemeden anlamıştı derdimi. Ne yapacağımı bilmiyorum. Karara ihtiyacım var. En zor şey kararsızlık. O beni dinleyip kendince görüşünü söyleyecek.

İlişki Hanım'a güvenip Poyraz'ı onunla çok yoğun bir sürece sokmalı mıyım yoksa rahman felsefesini mi devreye sokmalıyım? ben buna nasıl karar veririm? Poyraz 'normal' mi?

Seçil'e Poyraz'ın tüm hallerini hem içimi rahatlatanlar hem de endişelendirenler uzun uzun anlattım. Hepsi için yorumlar yaptı. 'aa bu çok normal', 'ah işte bu harika', 'burada bir problem var ama bunun için şunu yapabilirsin' Genel olarak da şunları söyledi:

- Kontrolü endişe iyidir, çocuğunu izleyip sorunları tespit etmek ve zamanında müdahale etmek ama tabi hastalık boyutuna gelmeden.

- Epilepsili çocuklarda iletişim anlamında sorunlar yaşanabilmektedir. Nöbetler bazen bizi geriye götürür, eksilen şeyleri hemen yerine koymamız gerekir ve epilepsili bir çocukta 'aman canım bizim zamanımızda pedagog mu vardı' yaklaşımı (bu ifade bana ait) yanlış olur. sorunları en kısa zamanda tespit edip eksilenin yerine yenisini koymak çok önemli.

- Otizm çok geniş bir spektrum. Hayatını çok normal bir şekilde devam ettirebilen bir çocuk/insan bir gün mesela bir deyimi kelimenin tam anlamıyla anlayıp (çünkü otistikler mecaz anlayamaz) tamamen karışabilir ve o noktada bir sıkıntı olduğu anlaşılır.

- Otizmde, en hafif şeklinde de kaybolan şeylerden biri de karşılıklılıktır. Bunu sürekli korumalısın. Bunu korumaya yönelik oyunlar oynayabilirsin (örneğin çatlak patlak)

- İletişimi hep canlı tutman lazım. Örneğin bay bay yapmayı bıraktıysa yerine başka birşey koymaya çalış. öpücük atsıni göz kırpsın. İletişim hep olsun. Kaybettiğin şyeleri mutlaka ikame et.

- Kendi kendine uzun zaman oynamasına izin verme. Zaten bu yaşlarda olup kendi kendine saatlerce oynayabilen bir çocuğa ben direkt şüpheyle bakarım.

- İletişime açık olduğunun en önemli göstergelerinden biri soru sormak. Poyraz soruyor. Harika!

- Peki otizmin düşük seviyelerde yarattığı sorun nedir? 2 kritik şey var: İletişim kurabilmek ve kendi kendine yetebilmek. Biz sorun tespit ettiğimiz çocuklarda bu konuda gelişimi sağlamak için çalışıyoruz.

-Kendi kendine yetmek deyince, mesela Poyraz hiç birşeyini kendisi yapmıyor, herşeyi ben yapayım istiyor. Yemeklerini de kendi yemiyor, mesela bardakla su içebildiği halde ben vereyim istiyor: Bardakla senin vermeni istediğinde, 'kim versin' diye sor 'peki bu sefer ben vereyim' de. Başka alternatif olduğunu da hissettir her seferinde. Eliyle tutup birşeyler yiyebiliyor mu? - evet - A harika. Zamanla alışır kaşık çatalla da yemeye (tanrım kafamda büyüttğüm şeyler nasıl da basit aslında)

- İlişki Hanım'a devam edip etmemek senin kararın. Aradaki elektrik önemlidir. Sen değerlendir.

- Poyraz senin anlattığın kadarıyla otizmli vb görünmüyor, standart bir anne böyle bir çocuğu pedagoga da götürmezdi herhalde ama epilepsiden dolayı evet hiçbir şey kaçırmamalıyız. Burada ya da İsrail'de olsan şimdi takılma, biraz izle bile derdim ama Dubai bu konuda çok zayıf. Gitmeden kafandaki tüm soruları yanıtlamanda fayda var. Endişelerinden arınmalısın ki normal annelik fonksiyonlarını yerine getir, çünkü önünde memeden kesme, tuvalet eğitimi vb zorlu süreçler var, süreçli Poyraz'ın normalliğini sorgulayarak bunları yapamazsın.

- Ben 0-3 yaş arasına bakmıyorum. Seni yönlendirebileceğim çok iyi bir nöropedagog var, Berta Adato Saporta. Eğer hala enerjin varsa onu görebilirsin. Nörolojik problemlerin pedagojiye etkisi konusunda çok deneyimli, tam sizin durumunuz. Gördüğümüz problemleri o değerlendirsin, herhangibir sorun varsa o analiz edecektir.

Burada konuştuklarımızın sadece bir kısmını yazabildim ama Seçil'de daha önce arayıp bulamadığım birşeyi bulmuştum: Beni dinliyordu. Söylediğim herşeyi önemsiyor ve değerlendirmelerinde dikkate alıyor ve benim sorduğum veya sormaya aklımın veya cesaretimin yetmediği herşeyi yanıtlıyordu.

Çıktığımda Erol'u aradım, durumu özetledin. İlişki Hanım'la bir sonraki randevuya gidip bir daha gitmeyeceimi söyledim. Bir sonrakine de gitme, iptal et dedi. O an daha da hafifledim ve iptal ettim.

O arada okul pedagoguyla yaptığım konuşamalarda bana ısrarla Poyraz'ın o yaş çocuğundan beklenen herşeyi karşıladığını, özel durumdaki çocukları onların hep tespit edip aileyi bilgilendirdiğini, Poyraz'da hiçbir sorun olmadığını söylüyordu.

1 hafta izin verdim kendime. Endişe ve pedagog free 1 hafta ve sonrasında Seçil'in yönlendirdiği pedagoga ziyarete karar verdim....

25 Temmuz 2011 Pazartesi

'Normal'liğin Peşinde 1: Otizm geldiysen üç kere tıkla

başlamadan 2 not:
1- uzun yazdım aslında çok rahat özetlenecek birşeydi ama belki bu konuyla ilgili kendi çocuğuyla ilgili aklında soru işaretleri olan birileri gelirse detay olsun diye herşeyi anlatmaya çalıştım.
2- zıyaret ettiğimiz bazı pedagogların adını vermedim. çünkü ben olumsuz bir his içindeyim olanlara karşı ama değerlendirmeye yetkin biri de değilim, kimseyi yanıltmamak için isimsiz yazmayı tercih ettim.

başlıyorum:

Çocuğunuzun öğretmenleriyle yapacağınız veli toplantısında ne duymak istersiniz? Çok zeki? Çok yaratıcı? Çok sevecen? Çok yaramaz?

Ben ne duymak istiyorum biliyor musunuz? Çok 'normal'.

Poyraz'ın gelişimi konusunda gerek şahsi pimpirikliliğim gerekse onun epilepsisi nedeniyle fazlaca hassastım. İletişiminde birkaç nokta dikkatimi çekiyordu. Dubai'deyken bu noktalar 2 adetti. 1- Bay bay yapmayı bırakmıştı 2- Evet/hayır tepkisi yoktu. Gayet konuşan ve iletişim kuran çocuk evet/hayır sorularına cevap vermiyordu. Ne işaretle ne kelimeyle.

İstanbul'a gider gitmez rutin kontrolümüz için nöroloğa gittiğimizde bu endişelerimi aktardım. O da genel bir kontrol için masanın üstüne birşey koyup 'Poyraz al bunu' dedi. Poyraz buna karşılık yapabileceği en otistik şeyi yaptı ve 'Poyraz al bunu' diyerek tekrar etti ve de almadı. 'Yapıyor mu böyle arada?' dedi doktor. 'Yapıyor' dedik. İşkillendi ama sonra genel haline, iletişimine ve bize sorduğu birkaç sorunun yanıtına bakıp bir sorun olmadığını söyledi, 'daha fazla çocuklarla bir arada olsun, halleder' dedi.

O dönem Poyraz'ın ilaçları artık iyice azalmıştı. Sonra baba Dubai'ye döndü, babadan ayrıldı. Düzeni değişti. Burada depresyonları bir araya gelince sinerji oluşturup artan bir anne ve anneanne ile kaldı. Benim ilk geldiğim dönemdeki gündelik telaşta doğru dürüst oyun bile oynayamaz olduk. Hangisi veya hangileri sebep bilemiyorum ama Poyraz biraz kapandı. Daha kendi dünyasında gibiydi. Sorulara cevap vermek, komut almak, bizimle diyalog vb anlamda. Ayrıca yine tehlike sinyali olan söylenenleri tekrar etme hareketini (ekolali) çok yapmaya başladı. İnternetten baktık, 3.5 yaşına kadar normal ve dil gelişimin bir parçasıymış. Eğer sizin söylediklerinizi birebir tekrar etmek dışında hiçbir anlamlı şey söylemiyorsa o zaman korkun yazıyordu ki bu Poyraz'a uymuyor. Ama yine de...

Nörologdaki tecrübeden de huzursuz olmuş olduğum için o halini de görünce bir pedagoga gitmek istedim. Meme bırakma, uyku vb konuları da danışacaktım. Sordum soruşturdum, en iyisinden olsun dedim, çok meşhur bir pedagog buldum. Anadolu yakasında da muayenehanesi var, ala. Çok çok pahalı! Olsun, değer!

Bu pedagogdaki görüşmemizde olanlar:

- komutlardan çok azını yerine getirdi. Diğerlerini anladığını belli etti ama yapmadı. (mesela yerdeki arabayı ablaya ver deyince arabaya ve ablaya baktı ama vermedi)
- Bazı sorulara yanıt verdi, bazı diyaloglar kurdu.
- Boynuna bir sticker yapıştırdılar, çok sinirlendi ama bir süre sonra varlığını unuttu.
- Bizle konuşurken masada gördüğü bir şeyi arabaya benzetip bzle muhabbeti kesip 'orda araba var' dedi.
- zaman zaman ekolali yaptı.

Bunlar size normal mi geldi, anormal mi?

- komutu yapmasa da anlıyor olması iyi birşey. (otizmli kişi anlamaz da) ama yapmaması problem
- canının istediği iletişimi kuruyor??
- duyu bütünlüğü falan gibi birşeyde bir problem bu, hissetmesi lazım sürekli (nurturia'dan çok sevdiğim bir arkadaşım, 'ben kaç kere gözümdeki gözlüğü aradım evde ya da gözlükle banyoya girdim, bir süre sonra alışıyor insan diye çok itiraz etti buna. ayrıca ben de denedim ben de hissetmez oluyorum biraz sonra)
- bizle muhabbetten kopuyor, araba bilgisini de bize vermiyor, kendi kendine söylüyor
- ekolaliye takılmaya gerek yok, öğrenmenin bir parçası.

Pedagogun sonuç yorumu: Otizm olduğunu düşünmüyorum ama ilişki ve iletişim problemi var, benim ekibimde bu konuda uzman bir arkadaşım var mutlaka onu görün. ayrıca nörolog aksini söylese de ve ona saygım sonsuz olsa da yürüyüşünde problem var, vucuduna daha iyi hakim olmalı, bir davranış terapisti adı vereceğimn ona gidin, şu algı bütünlüğü konusunda da yardımcı olur. her halukarda biran önce yazın buradayken bile bir oyun grubu vb birşeye katılmaya başlayın.

omuzlarım ağırlıkların altında ezilmiş çıktım.

Poyraz, birkaç gün sonra içine iyice kapanmış görüp çok çok huzursuz olduğum bir gün nöbet geçirdi. Yüksek dozda ilaca hemen başlandı. O sersem etti çocuğu. Nöbet ve ilaç yüklemesinden 2 gün sonra, ilişki ve iletişim konusunda uzman arkadaşına gittik hemen. İlişki hn.olsun onun adı.

İlişki hn.ın meşhur pedagogdan dosyayı almıştı. Yani konu hakkında bilgiliydi. Benden neredeyse hiçbir bilgi alma gereği duymadı. İçinde çeşitli oyuncaklar ve nesneler olan büyük bir salonda Poyraz'la oynamaya başladı. Öncesinde Poyraz'la yakınlaşma adına herhangi bir hareketi olmadı. Benim gözümden genel durum şöyleydi: Mesela hayvan sepetini alıyorlar, Poyraz onları incelerken hadi balıkları buraya koyalım, inekleri şuraya diyor. poyraz elindeki balığa balık balık bakmaya devam edince, peki o zaman bunu kaldıralım, hoop öbür oyuna. Poyraz pek çok oyunu onun istediği gibi oynamadı. İlişki Hn.'la yok denecek kadar az ilişki kurdu. Söylediği şeyleri pek çok kere tekrar etti. Ben dehşet ve endişe içinde izledim onları. Bazen de Poyraz adına çok stres olup, bırak oğlumu kadın diye atlamak istedim. Canım oğlum benim.

İlişki Hn.'ın sonuç yorumu: Çok ciddi sorunlar var. Hemen birşeyler yapmamız lazım.
- Peki bu otizm mi?
- Her türlü ilişki ve iletişim probleminin adı otizmdir. Tabi ki klinik otistiklerle arasında uçurum var ve bu durumun ona evrilme ihtimali yok ama bir problem var. Ancak otizm uğraşıp ilerleme kaydedemediğiniz durumdur. Yani biz Poyraz'la çalışacağız, ilerleme varsa sorun değil, yoksa o zaman etiket koyacağız.
- Ama bu çocuk, 1.5 yaşında 3 kelimeli cümle kuran, parklarda bahçelerde tanımadığı insanların yanına gidip ilişki kurmaya çalışan, normalde çok daha aktif bir çocuk. Bugünlerde şunlar bunlar oluyor, bunlar yol açmış olabilir mi bu soruna?
- Önemli olan şu an. Şu an problemimiz var acilen çözmemiz lazım.

Omuzlarım tamamen çökmüş olarak çıktım. Neyse ki Erol İstanbul'a gelmişti ve ben Poyraz'a bakınca hep sorunları görürken o hep iyi şeyleri görüyordu. Neyse ki Nurturia vardı, oradaki dostlarıma ne anlattıysam kendi çocuğunun da aynı şekilde davranacağını söyledi. Neyse ki okula yazdırmıştım ve okul pedagogu çok fazla çocuk gördüğünü ve Poyraz'da ciddi hiç bir sorun olmadığını ısrarla söylüyordu. 'Biraz iletişimde zayıflıklar var ama bu yurtdışında yaşayan ve anneyle büyüyen pek çok çocukta gördüğümüz bir şey. Okulda çözülür'

İlişki Hn. 4 gun sonrasına tekrar randevu vermişti. Gittik. Poyraz ilaçlara biraz daha alışmış, nöbetin sarsıntısını da atmıştı. Babası da yanımızda olduğundan daha keyifliydi. Seans çok daha iyi geçti.

Bunun sonucunda İlişki Hn.'ın yorumu: Çok daha iyiydi. Benle iletişime geçti. Ama tabi ki hala çok sorunumuz var, işbirliği yapmıyor, hayıra tahammülü yok, sınırları yok vb vb... daha yoğun seanslar yapmamız lazım ama bundan sonuç alacağımıza inanıyorum artık.
- ama gak guk okula gidiyor, bize ödevler verseniz falan filan
- olmaz, birebir seans çok önemli madem vaktiniz kısa haftada 3 gün gelin. zaten meşhur pedagog da çok acil ve mutlaka birşeyler yapmamız gerektiğini söyledi (allah allah, bize öyle dememişti), bu halde okullara vb kabul etmezler onu (!!!!!)
- peki biz düşünelim...

Bu arada özgüranne'nin ve İlkay'ın tanıyıp övgüyle bahsettiği ama benim daha önce aman aman en iyisi en meşhuruna gideyim diye dikkate almadığım bir başka pedagog geldi aklıma: Seçil Akaygün Cüntay

Hem bizden, hem anne, hem de pedagog. Ona bir e-mail attım 'halim böyledir, beni bir dinler yol gösterir misin?' diye. 'Gel hemen' dedi...

Çok uzadı. Sonrasi sonra. (sonra oldu ve devamı geldi, buradan okuyabilirsiniz.)

Kapanışı o günlerde bir arkadaşımın paylaşmasıyla izlediğim ve ağladığım bir animasyon ile yapmak istiyorum. Otizm hakkında. Ya Poyraz otistik/otizmliyse diye ağlamadım. Olaya onların gözünden bakmak çok ağır geldi, çok üzüldüm.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Ben Poyraz, İtiraf Ediyorum...

Ben Poyraz. Bu sefer ben yazmak istedim. Bir itirafımı paylaşmak için.
Annem bir süredir bana artık büyüdüğümü ve meme sefamın yavaş yavaş biteceğini söylüyordu. Baktım çok ciddi görünüyor. Kararlı. Hemen birşey yapmam gerekiyordu.

9 aylıkken bana uyku eğitimi vermeye karar verdiklerini duyduğumda, denemelerine fırsat vermeden yaptığım şeyi yaptım, bir nöbet geçirdim. İlaçlarım bitmişti artık, 1 günü hiç ilaçsız geçirdikten sonra yaptım yapacağımı. Ohhh annem memeleri hiç sakınmıyor, ben de iyice yapıştım onlara. Bütün gün cork cork cork. İşin bir başka güzel yanı babam da Dubai'den geliverdi bir anda. Mutluluğun formülü çok açık, bir anne, bir baba, bir çift de meme.

Ama şimdi düşünüyorum da aslında benim annem yumuşak kadındır, şöyle biraz soğukalgınlığı falan da olsam emmeyi bırakma işini sekteye uğratabilirdim, bu kadar büyük kartı oynamaya gerek yoktu galiba. Hayır, birşey değil, ben de biraz sersemledim, ilaçlar da bir anda yüksek dozdan yine başlayınca. Bir de kreş işi falan da karışmış galiba ilaç nedeniyle kreş saatlerinde uyur olduğumdan. Bir de ne kadar neşeli görünseler de hissedebiliyorum aslında üzüldüler.

Durum böyle olunca, oturdum düşündüm tekrar, ben bir daha bu kartı oynamayacağım. Diş çıkarırım, nezle olurum, hafif düşer dizimi falan kanatırım, yeter bence.

24 Mayıs 2011 Salı

Fuat'ın hayalimdeki bir günü

Birsen kuzenim demis ki: fuatin da bunlarin bir cogu (dostlar, sağlık vb) var ama sadece SU ANDA uzakta... bunlari yitirmedi ki... fuat hala milyarlarca insandan daha sansli...
............
onun orta yasa yaklasan bir erkek oldugunu sanki cogu zaman hepimiz unutuyoruz... sende cok fazla ablalik var... onun guclu ve yasama karsi duran tarafina guvenmelisin...

Denizci kuzenim demis ki: bu vakte kadar bizimkilerle kanka olmuslardir coktan,
asiri biseyler yapacaklarini sanmiyorum.

Fuat'tan aylardır haber alamadık. Artık kaybettiğimi sandığım hayal kurup mutlu olma fonksiyonumu devreye soktum. Onun bir gününü kafamda daha önce düşündüklerimden farklı şekillendirdim ve biraz daha az kötüyüm.


Sabah kimbilir hangi rüyalardan 'lanet olsun hala buradayız' diye uyanıyorlar. (mutlu uyanacağını hayal edecek kadar yitirmedim aklımı!) Kuru ekmek ve biraz su ama olsun yiyorlar birşeyler. Alıştılar zaten ona. 3 türk çok iyi arkadaş olmuşlar. Her sabah dönünce kahvaltıda neler yiyeceklerini konuşuyorlar ve hatta bazen onları hiç bir zaman yiyemeyecek olan kişilere göre şanslı olduklarını bile düşünebiliyorlar. Hava çok sıcak, gün eziyetli geçiyor. Arada korsanlara 'abi bak akıllı olun, bırakın bizi, vermeyecekler para' muhabbeti yapıyorlar, korsanlar da 'dur azıcık daha bekleyelim' diyor. Delirecek gibi oldukları anlar oluyor, birbirlerini rahatlatıyorlar. Dostlukları pekişiyor. 3. Türk'ün o korsanların elindeyken doğan bebeği hakkında konuşuyorlar onlara güç versin, ümit versin diye. Bazen Poyraz hakkında. Ama gün zor geçiyor. 'Para tamam' diye telefon gelsin diye bekliyorlar, gelmiyor.
Ama akşam olunca serinlik çöküyor. Denizde olduklarından hafif de olsa bir esinti. O zaman güverteye çıkıp uzaklara bakıyorlar. En hüzünlü anları ama en insani de aynı zamanda. Zorluyorlar kendilerini güzel şeylerden bahsetmeye çalışıyorlar. Geçmişteki ve gelecekteki. Rüzgar esince 'oh' diyorlar. Dünyanın en kıymetli 'oh'larından biri.
Gece uykuları geliyor, karınları guruldayarak uyumak zor ama uyuyorlar. Kimbilir belki yarın... diyerek.
İyi değiller ama çok kötü de değiller. Güçlüler. Umutlular. Bazen öfkeliler ve bu öfke onları ayakta tutuyor. Ayaktalar, en mühimi bu.
Ha bir de nasıl olacak bilmiyorum ama Fuat Fenerbahçe'nin şampiyon olduğunun haberini almış, sevinmiş. :)

Neresi sıla bana neresi gurbet

Havalar ısındı. Dışarı çıkamayacağımız kadar. 4 gun sonra kuzeye göçmüş olacağız. Sonbahara kadar. Son haftaların hüznü, heyecanı ve burukluğu... Bazı insanların karakteri uygundur yurtdışında yaşamaya, ben onlardan değilim! Gezmeyi severim, yenilikleri severim, kolay adapte olurum (takım çalışmasına yatkınım falan diye devam edip cv'ye mi dönüştürsem) ama hep bir hasret çeken halim vardır. Dolmuşa bindiğimde bile hüzünlenirim. Nerede olursam olayım asıl özlediğim yer başka bir yerdir. Geçmişten anlar, kişiler, yerler pırt diye konuverirler bir anda yüreğime. Nerden çıktı diyemeden başlarım özlemeye.

Dubai'ye bile bağlandım gibi bu sürede. Aslında Dubai'ye değil ama buradaki insanlara, bazı mekanlara bağlandım işte elimde değil. Bir de Erol bizsiz kalacak diye hüzünleniyorum. Poyraz'ın oyuncaklarına bakıp, Erol biz yokken bunları görünce kötü olacak diye düşünüyorum, gözlerim doluyor. Poyraz arasira gorse de babasından ayrı olacak diye üzülüyorum. Özellikle de bu aralar uyurken babasının göğsünü tercih ettiğini düşününce. Sonra 'e beni niye kimse düşünmüyor' diyorum kendime. Ben de özleyeceğim kocamı. 'E gitme' diyeceksiniz ama orayı da özledim. 8 aydır gitmedik. Hayatımda hiç bu kadar uzun ayrı kalmamıştım yakınlarımdan, 'evim'den. Evim, neresi?

Şikayet için yazmıyorum bunları. Fuat'la olan ayrılığımızı saymazsak şükürler olsun ki iyi sebeplerle ayrılıklar bunlar. Burada da güzel bir hayatımız var. Lüks aslında bu özlemler. Ama böyle hissediyorum işte.

Neyse işin duygusal yanını bir yana bırakıp, neydik ne olduk listesi yapayım dedim. Ne oldum dememeli ne olacağım demeli demezseniz tabi... Neler değişti, neler aynı kaldı...

Değişenler

Poyraz:
- geldiğimizde keldi, şimdi çok tatlı saçları var, hatta kestirsek mi diye düşünüyoruz.





- geldiğimizde yürüyemiyordu ve bir ara hiç yürüyemeyecek gibi gelmeye başlamıştı şimdi bazen hiç durmayacak gibi geliyor.


- geldiğimizde kelimelerini listeleyebiliyorduk. Şimdi muhabbetine doyum olmuyor, bir de ingilizce kattı hayatına bolca.

susmayan ve durmayan Poyraz








- azıcık dişi vardı şimdi bir sürü
- geldiğimizde bebekti şimdi daha çok çocuk. çok büyüdü, çok değişti, çok akıllandı. konuşarak anlaşabiliyoruz ki bu bence muhteşem bir level (önemli olan onun konuşması değil bizi anlayabilmesi) insan oldu artık, minik tatlı bir insan.
- epilepsi ile ilgili belirsizlik içindeydik. hala öyleyiz biraz ama çok daha iyi bir noktadayız. ilaçları iyice azaldı ve umuyoruz ki bitecek.
- okul kavramı girdi haytaımıza. 2011 Eylül için kreşkaydı yapıldı bile, 2012 için de okullar geziliyor!

Başka şeyler
- Saçlarım kısa ve çok kötüydü, şimdi daha uzun ve çok kötü ama en azından toplayabilyorum
- biraz kilo aldım
- Arkadaş edinebilir miyiz, insanları sever miyiz derken görmeyince özlediğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız oldu. İsrail'de evimizin mutfağının penceresinden karşıdaki eve gelen misafirleri seyreder bir gün biz de dostlarımızla kalabalık yemekler yiyeceğiz diye hayal kurardık. Onu bol bol yaşıyoruz burada.
- geldiğimizde herşeyi açık renk olan ferah bir ev hayal ediyordum. evimiz öyle ve şu anda koyu renk eşyaları olan daha kompakt bir ev hayal ediyorum.
- birkaç yeni kitap okudum (çok değil, nurturia sağolsun), yeni müzik pek keşfetmedim (depresyonum sağolsun), Sopranos dizisine başladık ama henüz bitiremedik
- 2 yıl dolunca kesin döneriz diye geldik ama acaba biraz daha kalır mıyız diye sorgular olduk. Ülkeyi sevdiğimizden değil ama bazı kolaylıklarının Poyraz açısından avantajlı olacağını düşündüğümüzden
- bloğa buraya gelir gelmez başlamıştım, çok daha faza yazacağımı düşünüyordum. olmadı. iyi hissetmiyordum kendimi, sürekli depresif yazmak istemedim. bir konu dışında herşey önemsiz geliyor, o konuda da sürekli yazmak istemiyorum.


Değişmeyenler
Poyraz
- Çok tatlıydı hala çok tatlı (tabi ki çok objektifim!)
- Memeye çok düşkündü hala çok düşkün
- Annesine (ben değil miyim o, niye başka biri gibi yazıyorsam) çok düşkündü hala çok düşkün

Başka Şeyler
- Fuat! Hala orada. Buna hiç ihtimal vermiyorduk. Yazın İstanbul'a gittiğimde elbette o da orada olacaktı, hep bunun hayalini kuruyordum. Sırf o yüzden hiç gidesim olmuyor bazen İstanbul'a. Biliyorum zor olacak. Çok zor.
- Memleketteki dostlukların değişmeden bizi beklediğini umuyoruz elbet (biz geliyoruz diye e-posta attığımda cevap yazmayan dostlar çok meşguller, biliyorum tek sebebi o!)

Bilanço çıkarınca hayatımızın ne kadar az unsurdan oluştuğunu gördüm. Poyraz da olmasa da yanmışız!

Unsur az olabilir ama hayal çok. Hazırlıklara başlamadan önce dua:

- valize 1 kere giyeceğim ya da hiç giymeceğim şeyleri koymayacak sağduyu
- turkiye'de hayalini kurmakta olduğum yiyeceklere saldırıp yazı 4 beden büyümüş olarak tamamlamamam için irade
- annemle kavga etmemem için iyi huy (hem anneme hem bana!)
- arkadaşlarıma da bana da birbirimizle görüşmemiz için vakit
- arkadaşlarımla görüştüğümde muhabbet edebilmem için Poyraz'a iyi huy ya da vakitli uykular
- çok sıcak olmayan havalar
- çok kalabalık olmayan sokaklar
- çok yoğun olmayan trafikler

ihsan et yalebbim.

Bunlar işin eğlenceli yönleri, gerçek dualarım, asıl onlar herşeyi belirleyecek...




18 Mayıs 2011 Çarşamba

Allah Akıl Fikir Versin!

Daha önce Begüm'le geçen pek başarısız bir alışveriş merkezi maceramızı burada yazmıştım. Benzer performansı sonrasında birkaç kez daha gösterdik. Ben de 'daha da gelmem AVM'ye' diye tavrımı koymuştum. Ama olmuyor işte, zorunluluklar. 2 gün önce yine niyetlendim. Bu sefer Begüm olmayacak bizimle. Poyraz sabah Mano'yla parka gitti, ben de hazırlanıp onları alacağım, Poyraz'ın sabah uykusunu orada yaptıracağız, ben de alışveriş yapacağım. Plan bu.

Allah Akıl Fikir Versin (AAFV) 1: Evde hazırlıklarımı yaptım, kapıyı kitledim çıktım. Ama o da ne! Arabam yok!

O anda hatırladım ki arabayı Begüm'ün bize 10 dk. yürüme mesafesinde olan evinin önünde bırakmıştım. Poyraz çok uykulu, beklemeye de oraya gitmeye de dayanamaz. Plan değiştirildi. Poyraz evde uyutuldu. Ben sıcakta koşa koşa gidip arabayı aldım geldim.

O arada Begümle konuştuk ve o da oğlu Efe'yle beraber bizle gelebileceğini söyledi. Ben arabayı yine onların evine park edeceğim, sonra onun arabasına geçip tek araba gideceğiz. Ama onların biraz erken dönmesi gerekiyor, Efe arabada tek başına durmadığı için onlar taksiyle dönecek, ben işim bitince Begüm'ün arabasıyla.

Herşey başarıyla uygulandı. Begümlerin arabaya geçildi.

AAFV 2: Yolda giderken GPS'i kendi arabamda unuttuğumu farkettim. Tek başıma dönmem imkansız. 'Tamam koşarak yaparım alışverişi, beraber döneriz' dedik.

AAFV 3: AVM'ye varınca Poyraz'ın pusetini bu arabaya aktarmayı unuttuğumu farkettim. Neyse zaten pusette pek oturmuyor diye teselli ettim kendimi ama uzun bir AVM olan Emirates Mall'un 2 ucu arasında Poyraz kucağımda gidip gelirken bu teselli çok anlamlı olmadı.

AVM içinde çok başarılıydık. Ekibin kalanı bir oyun alanında oynarken ben koşarak ve gerçekten hızlı bir şekilde alışverişimi tamamladım.
Almak istediğim şeylerden biri bir hediyeydi. Kitaplığa konan kitap tutma şeylerinden (ingilizcesi bookend miş ama türkçe adı ne acaba) almak istiyordum birine hediye olarak ama Dubai'yle de ilgili olsa diye düşünüyordum. Begüm bir mağazada deve şeklinde olanlarını gördüğünü söylemişti. Muhteşem bir fikirdi. Develi bookend. Hem Dubai hem kitap. Çok heyecanladım. Tüm dekorasyon mağazalarını koşarak gezip develi bookend aradım ve o da ne son girdüğüm mağazada buldum. Nasıl sevindim anlatamam. Bu kadar spesifik birşeyi bulabilmek! Hemen paketlettim. Koştum ekibin kalanının yanında. Tüm salaklıklarıma rağmen şans yanımdaydı, vay be!


Ara ara çıkarıp baktım bookendime ve sevindim ah hem Dubai hem kitap. Ne güzel oldu, ne şanslıyım.

AAFV 4: Akşam bir ara tekrar baktım evde ve sonunda bu sefer aldığım şeyin tam da aradığım şey olmadığını farkedebildim! (ve bunu bloga yazayım da biraz da eglenceli birşeyler de olsun dedim)



BEN DEVE DEĞİLİM, BEN DEVE DEĞİLİM
BEN BİR FİLİM,
OLSA OLSA HİNDİSTAN'I TEMSİL EDERİM

3 Mayıs 2011 Salı

Ruhun kendini kurtarma mekanizmaları

Eskiden cok hayal kurardim. Kucukken hayal kurma seanslarım vardı, öğle uykusu yapmam beklenen saatler mesela çok uygundu, asla uyumadığım için. Kendimi tamamen kurduğum hayale adayıp içinde bulunduğum gerçeklikten çıkmış olduğum seanslar. Buna uzun yıllar devam ettim, beni çok üzüp çözemediğim konularda çözdüğümü hayal eder biraz mutlu olurdum. Sonra, 'n'oluyoruz ya ben gerçekle hayali ayırd edemez mi oldum, kendi kurduğum hayalle niye mutlu oluyorum enayi gibi' deyip, daha az hayal kurmaya başaladım. Herkes kadar hayalciyim şu anda. Öyle özel seanslarım falan yok, hayallerimle mutlu ya da mutsuz da olmuyorum.

Somalili korsanlar sağolsun, beynimin farklı bir kurtarma (savunma değil bence, kurtarma) mekanizmasını keşfettim. Gemiye el konduğu tarihten beri, sonradan bir türlü gelişemeyen olumlu haberler aldığımız dönemler dışında her an, detaylı tanımlamayayım, olumsuz bir psikolojideyim, diyelim. Fakat dönem dönem yaşanan bazı şeylerle yaşadığım üzüntü, kaygı vb. (yine detaya girmeyeyim) hislerin altında eziliyorum ve kaldıramayacak gibi hissediyorum. Dün yine ezilmiş ezilmiş ve sürünme moduna geçmiştim, azıcık nefes almaya ihtiyacım var, azıcık sevinmeye, artık bittim diyordum.

İşte beynim, bilinçaltım, ruhum her neyse rüyaları yöneten, orada devreye girdi çok güzel bir rüya gördüm. Rüyamda Fuat meğer çok mutluymuş, gemi aşk gemisi gibi birşeymiş, kilo almış, keyifler tıkır. Nasıl sevindim nasıl mutlu oldum. Sabah uyandığımda biraz daha az negatiftim. Deli gibi koşmuş, artık halim kalmamış, ölmek üzereyim derken, durup 2 dakika dinlenmek gibi, yarım saat değil ama, 2 dakika. Hem o dinlenmenin tadına varmış, gerçekte aslında koşmak zorunda olduğun için biraz buruk ama hem de birazcık daha güçlü. Aynı döngüyü ve tam 'dayanamıyorum' derken çok benzer içerikte bir rüya görüp azıcık güç bulma mekanizmasını birkaç kez yaşadım bu süreçte.

Şimdi ben de Özgüranne'ye özenip soruyorum: Sizin var mı böyle başedemediğiniz durumlar için savunma/kurtarma mekanizmalarınız? Kendi yönetiminizde olan veya olmayan? (ama benim özgüranne kadar okuyanım olmadığından şimdi bu linki hemen nurturia'da da paylaşacağım ki oradaki arkadaşlarımın mekanizmalarnı da öğreneyim :) )

30 Nisan 2011 Cumartesi

Poyraz bizi sevindirdi...

Şu yazıda bahsettiğim EEG çekildi. Sonuç: Temiz! Yani beyin efendi efendi çalışıp, gereksiz elektriksel çıkışlar yapmıyor.

Ben belki bir tür savunma mekanizması, belki bilsem de yapacağım birşey olmadığından belki okuduğum birşeylerin beni üzme ihtimalinden çok çok az okudum epilepsi ile ilgili. 1 yıldır epilepsi tedavisi gören bir oğlum var, epilepsinin ne olduğunu dün Erol'dan öğrendim, hatta onun da davaya ihanet edip gizli gizli araştırma yapmasına şaşırarak. Hepimizin beyninde acayip bir elektrik üretimi karşısında kendisini kapatma mekanizması mevcutmuş. Epilepsili kişilerin beyni garip elektrik üretimlerine imza atarak bu mekanizmayı harekete geçiriyormuş. Benim için asıl ilginç bilgi şuydu, Poyraz'ın kullandığı ilacın (ve tabi tüm epilepsi ilaçlarının) elektrik üretimini dengede tutmaya yaradığını düşünüyordum, yanlışmışım. Kapatma sistemini baskılıyormuş. Yani 'bu beyin beklenmedik şeyler yapabiliyor, hoşgör abi, hemen küsme' diyormuş ilaç.
Sonuçta çekilen EEG diyor ki, 'EEG süresince beyin çok makul davrandı, burdan yola çıkarak öyle devam edeceğini varsayıyoruz, ilaçları keselim.'

Sevindik. Ama kontrollü bir sevinç. 8 hafta sürecek ilaç azaltma ve bitirme süresinde ve ilaçlar kesildikten sonra nöbet geçirmemesi asıl kritik olan. Bittiğini umuyor, inanıyoruz ama hadi kutlayalım modunda da değiliz henüz. Erol'a 'ya biz duygularımızı mı kaybettik, niye hiç sevinmedik?' diye sordum (evet, bunu kocama sordum) Sanırım bunun altında hala izleme döneminde olmamızın yanında epilepsi ile çok barışmış olmamız da yatıyor. 'Lütfen bizi bırakma' kadar değil elbet ama 'bu bizi üzemez, üstesinden gelemeyeceğimiz birşey değil' yaklaşımı içindeydik hep. Şimdi arkasından göbek atmak ayıp olabilir. Daha önemlisi her an geri dönebilir, çok sevinirsek dönüşüne çok üzülmemiz lazım. Ama üzülmeyeceğiz.

Ama her halukarda temiz EEG çok iyi bir gelişme idi. Şükürler olsun.

Bunun dışında hayat bildiğiniz gibi akıp gidiyor. Hafta sonu Türkiye'den misafirlerimiz vardı yine. Yücel, Çiğdem ve 3 yaşındaki kızları Beril geldi. Poyraz'a abla yapabilecek olsam direkt doğuracağım ama sanırım teknik olarak mümkün değil. Bayılıyor ablalara. Peşinden ayrılmadı Beril'in. Ne yaptığını izleme, onun gibi oynamaya çalışma halleri. Beni normalden çok daha az meşgul etti ve yordu. Beril de etrafımızdaki diğer kızlardan farklı olarak son derece paylaşımcı ve yumuşaktı Poyraz'a karşı. Öyle bir ablalık, kol kanat, beraber oynayalım hali yoktu ama ters de davranmadı. Bunda 2 yaşından beri devam ettiği kreş/oyun grubunun büyük etkisi var diye düşündük.

Aaaa, ama bir sanıye. Nişanlımız Kora da artık Poyraz'a iyi davranıyor. Peşinden ayrılmıyor da denebilir ama Poyraz daha az yüz veriyor artık. Dün akşam bir bara gittik. Bildiğiniz bardı, deniz kenarında bir otelin barı. Şaşırdık biz görünce. Hem de çocuk kabul ediyor. Neyse, bir ara, güneş batarken Poyraz ve Kora babalarıyla kumsala inmişler ve orda olan olmuş. İlk hareket Kora'dan gelmiş, Poyraz da gönüllü olmuş ve first time first kiss! Dönüşte Poyraz yol boyunca araba koltuğunda 'canımmm, canımm, canımmm' dedi. 'kime diyorsun oğum canım diye' dedik. 'Kora'ya canımmm, canımm, canımm...' diye devam etti. Gece uyuyamayacak diye korktum ama neyse uykuya biraz geç geçti ama sonra fena değildi. Anasına çekmemiş bu özelliği.

Türkiye'ye gitmemize 1 ay kaldı. Çok özledim. Ama çok fena buruğum da. Gitmeden bir sevinç daha bekliyoruz inşallah. (bir gelişme olduğu yok ama!)Bu dertle barışmayı da beceremediğimizden bu sefer çılgınca göbek atabiliriz.

19 Nisan 2011 Salı

Bir çocuk sevdim uzaklarda...

Çıngırağın sesi artık katlanılmaz olmuştu. Korkunç bir günün ardından, Poyraz sonunda uyuyakalmış, biz ise Erol'la ilk kez oturmuş 'ne yaşadık biz bugün?' diye soran gözlerle birbirimize bakıyorduk. Fonda bitmeyen çıngırak sesi. İlk konuşan ben oldum 'acaba çıngırak şart mı sakinleşmesi için?' Ama 6 kişilik hastane odasında yanımızdaki yatakta kalan çocuk ve annesi olduğunu düşündüğümüz kadın, değil çıngırak, davul çalsalar saygıyla karşılamamızı gerektiren bir durumdaydı. Bildiğim bütün nörolojik rahatsızlıkları düşünüyor (çok da bilmiyorum ama) fakat çocuğunkini hiçbiriyle örtüştüremiyordum. Çok çok büyük bir baş, boş bakan ve sabitlenemeyen gözler, tamamen kemiklerden ama incecik kemiklerden oluşan ve hiçbir kası kontrol edilemeyen bir vücut. 'Anne' sürekli gülümsüyor, sarılıyor, sakin bir sesle mırıldanıyor ve ama işte bir de çıngırak çalıyor. Poyraz'ın uyanmasından korkuyorum ama birşey diyemiyorum. Üstelik kadının bu kadar güçlü ve pozitif olmasına hayran oluyorum. Çözemediğim robotik bir hali de var ama. Çocuğu sevgiyle okşayarak uzun uzun uyutmaya çalışıyor, her ağladığında sabırla sarıyor, sarmalıyor. Uzun bir uğraştan sonra çocuk uyudu, çıngırak sustu, ışık söndü.
Biz tabi ki uyuyamadık. Gün içinde yaşadığımız ve o sırada hala ne olduğunu bilmediğimiz, Poyraz'ın öldüğünü sandığımız o korkunç birkaç dakikayı sindirmeye çalışıyor ve ertesi gün çekilecek eeg için endişelenmeyi bir kenara bırakıp Poyraz'ın şu an yanımızda ve tetkik eden bazı aletlere bağlı da olsa nefes alıyor oluşuna şükrediyorduk.
İsrail'de sağlık sistemi, diğer bazı sistemler gibi çok daha sosyalist bir yapıya sahip. Özel hastane çok az. Devlet hastaneleri gayet donanımlı ve tüm vatandaşlara en iyi hizmeti veriyor. Özel çocuk hastanesi yok. Bizim gibi sorun yaşandığında şehrin göbeğindeki bu kocaman çocuk hastanesine gidiliyor ve elbette özel oda yok. Hastanede herhangi bir lüks de yok. Ancak çok gerekli şeyler en iyi şekilde var. Gerçekten ilgili doktorlar, sadece gerçekten gerekliyse kullanılmak üzere alınmış aletler (bütün ülkede toplam 6 MR cihazı varmış) ve işin aciliyetine göre sıralandırılan hizmetler. Konforlu değil ama güvenli hissediyor insan hastanede kendini.
O geceyi pek uyumadan geçirdik. Yanımızdaki çocuğun 'anne'si, çocuk uyuduktan sonra odadan çıktı ve geri gelmedi. Çocuğun yatağının yanı valizler dolusu kıyafet ve oyuncak doluydu. Çocuğun rahatsızlığı nedeniyle sürekli hastanede kaldığını anladık ama demek ki öyle bir anlaşma yapmışlar ki anne tamamen bırakıp gidebiliyor diye düşündük. Gecenin bir saatinde çocuk uyanınca hemşireler çocuğu yanlarına aldılar. Poyraz uyanınca alan olmadı tabi, biz onu tekrar gülerken görmekten memnun oynaştık biraz.
Ertesi gün çok zorlu geçen tetkiklerin (EEG de dahil) arasında odaya gidip geldikçe, tüm hemşirelerin çocuğu nasıl sevdiğini, oyunlar oynadığını, arada doktorların gelip kilosunu ölçüp muayene ettiğini gördük. Olay iyice karmaşık bir hal alıyordu. Bir süre sonra çocuğun yanına başka bir kadın geldi. Yine inanılmaz bir sevgi gösteren, neşeli bir kadın. Büyükanne olduğunu düşündük. Kadın bir süre sonra benle muhabbet etmeye başladı. O bana Poyraz'ı sordu, rahatlatıcı şeyler söyledi. Ben hiçbir şey soramıyordum ama çocuğun durumunu öğrenmemi sağlayan soru da ondan geldi: 'Bu çocuğun hikayesini biliyor musun?'
Çocuk İsrail'e çalışmak için gelen Türk bir baba ve Filipinli bir annenin 2. çocuğuymuş. 1 yaşındaymış ve doğduğundan beri sürekli dayak yemekte ve beslenmemekteymiş. Yaşadıkları sonucunda hiçbir kası gelişmemiş. Büyüyememiş. Sadece kafası dayaklardan su topladığı için büyümüş ve gözleri kör olmuş. Sağlıklı doğan bir bebekmiş. İlk çocuklarına iyi bakıyorlarmış. Buna neden böyle yapıldığı kimse bilmiyormuş. Ne kadar nörolojik hasar kaldığını da. Şu anda hastane ve çeşitli gönüllüler sahip çıkmış, bakımını yapıyorlar, ona sevgi şefkat gösteriyorlar, iyileştirmeye çalışıyorlar, ne kadar olabilirse. Etrafındaki oyuncaklar, kıyafetler ve hatta pusetler hep bağış. Anne babasının yok etmeye çalıştığı bir bebeğe, hem de kendi ülkelerinden, dinlerindne ve ırklarından olmayan bu bebeğe sahip çıkan kadınlar. Annelik, büyükannelik yapan.
1 gün önceden beri tuttuğum gözyaşlarımı çocuğun hikayesini duyunca bırakıvermiştim. Nasıl yapabilir bir insan bunu bir çocuğa! Aklım almıyor, alması için çalışmak bile istemiyorum.
O gün hastaneden bazı bilinmezlikler ve ekstra tetkik istekleriyle ayrıldık.
En kötü ihtimallere boğuştuğumuz çok zor geçen bir 15 günün ardından Poyraz'ın tekrar nöbet geçirmesi sonucu yine acil olarak aynı hastaneye gittik. Çocuk hala oradaydı. Kilo almıştı, başı biraz küçülmüştü. Yüzü gülüyordu. Daha fazla tepki veriyordu etrafa, gözü görmese de. Sevginin ve bakımın sonucunu almıştı. Etrafında sürekli onla oynayan, ona şarkılar söyleyen gülen birileri vardı. Bir bebeğin ihtiyacının ne kadar basit olduğunu gördüm. Herşeye rağmen o yeniden hayata tutunmak istiyordu. Bir insanı, daha kimbilir kaç yıl bu dünyada yaşayacak, dünyaya iz bırakacak bir insanı yaratmak veya yoketmek. Anne babası yoketmeyi denemiş, yabancı insanlar tekrar varetmişti onu. Bütün yaralarıyla beraber. Onu evlat alacak bir aile aranıyordu.
Hastaneyi bu 2. ziyaretimizde Poyraz'a epilepsi teşhisi kondu. 15 gündür boğuştuğumuz ihtimaller arasında epilepsi en iyisiydi. Buruk da olsa bir sevinç yaşamaya çalıştık.
Bir kaç ay sonra o hastanede çalışmaya başlayan bir arkadaşımızdan çocuğa bir aile bulunduğunu öğrendik, çok sevindik.

1 yıl geçti bu olayların üstünden. Poyraz o zamandan beri ilaç kullanıyor. Bir daha nöbet geçirmedi. Pazartesi günü tekrar EEG çekilecek. Eğer temiz çıkarsa ilaç azaltılarak bırakılacak. İlaçsız nasıl olduğu gözlenecek.

Epilepsi tatsız bir hastalık. Ancak biz hep şunu düşündük, Poyraz çok şanslı bir çocuk. Onu çok seven ve kollayan bir ailesi ve çevresi var. Pek çoğumuzun çocuğunun olduğu gibi. Bizi birbirimizden ayırmayan her türlü sorun, beraber olunca başedilir.

Bazı çocukların sahip olamadığı şeyleri düşünerek Poyraz adına şükrediyor ama asla teselli bulamıyorum. İnsanlık adına özürdilemek istiyorum onlardan.

Yan yataktaki tatlı bebek, biz iyiyiz; umarım sen de yeni ailenle çok iyisindir ve hayatının ilk yılında yaşadığın o korkunç şeyleri hayatına bir zenginlik olarak katmayı başarır, sana kaybettirdiklerinin yerine pek çok güzelliği koyabilir ve mutluluğu bulabilirsin. Ben seni hala gözlerimde yaşlarla anıyorum, umarım sen gülüyorsundur.

17 Nisan 2011 Pazar

Neler oluyor hayatta...

Neler oluyor hayatta/ bir de su kabus son bulsa bulsa

- Artık zihnim, ruhum tamamen içinde bulunduğum kabus tarafından ele geçirilmiş durumda. Dışarıdan bakınca hayata aynen devam ediyorum, içim bambaşka bir dünyada. Fuat'ı hala kurtaramamış olmamıza inanamıyorum. Yapılacak birşey var da ben yapmıyorum gibi geliyor. Bu kadar saçma olamaz...

- 4 gündür bizimle olan babaanne, amca ve Tuğba (yenge demiyoruz) dün döndüler. Yabancılama huyu bu aralar zirvede olan Poyraz'ın aylardır görmediği yakınlarını gördüğü ilk andan itibaren duyduğu sevinç ve bağlılık içimi acıttı. Hem sevindim hem bir garip oldum.

- Poyraz babaannesine hep anneanne dedi. Gayet güzel babaanne de diyebildiği halde.

- Onlar gelmeden önce çok garip bir gün yaşadım. O günün sabahında Gürcistan'a ulaştım. Gürcistan'dan bir denizciye. (Fuat'ların gemisinde 3 Türk'ün dışında 15 tane Gürcü denizci var) Gürcistan'in bu konuyla yıkılmakta olduğunu, hergün televizyon ve gazetelerde bu konunun konuşulduğunu, devletin ve tüm insanların çabalamakta olduğunu öğrendim. Şaşırdım ve biraz rahatladım. Dünyanın biryerlerinde birileri çabalıyor diye. Biz basına özellikle haber vermiyoruz (korsanların beklentilerini yükseltmemek için) ama devlette ulaşmadığım merci kalmadı ve hiç bir aksiyon alınmıyor. Çok çok içlendim bu duruma. Türk vatandaşı olmak böyle birşey demek ki dedim.

- Dışişlerinde görüştüğüm kişiyi tekrar arayıp konuyu anlattım, biz şu bu daireye yönlendirdik dedi. O daireyi aradım, yanlışlık var, hala onların ilgilenmesi lazım dedi. Biz konuyla ilgili her hafta 2-3 yazışma yapıyoruz, takipteyiz ama asıl kısım onlarda dedi. Anladım ki kardeşimin canı bizim devletimizin bürokrasi akışının önemsiz bir parçası olmuş. O kadar.

- Aynı günün öğleden sonrasında çok yakın zamanda tanışıp 2 kere gördüğüm ve Fuat'tan bahsetmediğim bir arkadaşım beni aradı. Bloğumu bulmuş, Fuat'ı öğrenmiş, çok üzülmüş, bana söyleyememiş ama neler yapabilirim diye bakmaktaymış. Evlerine gittim. Poyraz arabasında uyurken, onun oğlu televizyon seyrederken çiçekli bir masada uzun uzun bunu konuştuk ve bunla bağlantılı başka şeyleri. Ağlamıyorum genelde. Bu olayın beni nasıl ağlamaklı yaptığını, konuştuklarımızın bana neler hissettirdiğini anlatamam. Hem anlatamam hem de anlatamam. İnşallah mutlulukla noktalandırdığımızda bu konuyu, yaraları da sardığımızda kazandırdıkları hep bizimle olacak. Çok garip şeyler...

- Bu konuda Nurturia'yı da mutlaka yazmalıyım. Orada tanıdığım ama aslında henüz hiç görmediğim dostlarımın bu konuda benim duygularımı paylaşmaları da gözlerimi yaşartıyor bazen.

- Poyraz'a sonunda bir bisiklet aldık. Parkta herkesin bisikletine (parktaki en büyüğünden en küçüğüne tüm bisikler ve türevlerine) binip duran Poyraz'ın katlanıp pusetin altında taşınabilir çok basit ama eğlenceli bir bisikleti oldu.



- Ah bir de onun değil benim isteğim üzerine ona bir de masa sandalye aldık. Çok mutlu oldum. O da seviyor üstelik.



- Yazı düşünmeye hafiften planlamaya başladık. Kocaman bir belirsizlikle ve buruklukla beraber. Fuat kurtulamadan geri dönmek, orada onsuz olmak çok çok zor olacak. Buraya gelirken, birkaç ay içinde bu işin hallolacağına emindim. Ne çok uzadı, beklemediğim ne krizler yaşandı. Gideceğimiz için heyecanlanacak gibi oluyorum ama heyecanlanamıyorum. Üstelik Erolsuz olacağız. Sanırım sadece Poyraz yakınlarını görecek diye istiyorum gitmeyi.

- Annelerin Dünyası'ndan istifa ettim. Yeni AD gümbür gümbür gelecek, o gümbürtüde benim yerim şu anda olamaz. 'Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç' dedim ve çok heyecanla başladığım bu yolculuğu hakkını veremeden bitirdim.

- Ayfer Tunç - Yeşil Peri Gecesi'ni okudum. Kitap genel olarak en iyilerim listesine giremez ama sürükleyici ve insanı içine çok alan ve hatta insanın içine giren bir kitaptı. İçindeki alıntılar, yine şiir okuma isteği uyandırdı bende. Ayrıca birkaç şey düşündürdü bana kitabın ana karakteri olan kadın. Biz iyi aile çocuklarının okul çağındayken etrafımızda görüp burun kıvırdığımız herşeyi yanlış yapan, 'kötü çocuklar' vardır ya. Bunun seçilmiş 'kötü çocuk'luk olabileceğini, hayatındaki çarpıklıklara bilinçli bir tepki olabileceğini bu kitapla düşündüm. Kitabın sonunda (dikkat spoiler) bütün korkunç şeylere rağmen yanında olan 2 kişi nedeniyle, 'olsun yalnız değiliz' diye sevinmesini, biraz önce anlattığım çiçekli masada çok hissettim.

- Poyraz'a benim yaptıramadığım bazı oyunları amcası ve Tuğba'nın kolaylıkla yaptırması sonucu Poyraz'ın bu aralar benden birşey öğrenmeyi reddetmesi teorimizi sağlamlaştırdık. Konuyu konuştuk. Benim kafamdaki 'acaba yapabilecek mi?' sorusunu hissetmesi, benimleyken benim her tepkime aşırı aşırı duyarlı olması ve bunun onda biraz baskı ya da stres yaratması gibi yorumlar yaptık. Biz artık Poyraz'la bütün gün keyif kebap yapacağız, haberiniz olsun. (zaten öyleydik de arada şansımı deniyordum, kapattım o defteri)

- Bunun dışında Poyraz çook tatlı, çok bal. Konuşup duruyor bıdır bıdır. Değişiyor hep. Salıncağa binmiyordu bir ara, bu ara parkta salıncaktan indiremiyoruz. Bana ve memelerime hala çok düşkün. Ben umarım uzun yıllar yanındayım ama memelerle saadet yakında bitecek, nasıl olacak çok meraktayım. Geceleri çok uyanıyor ve biz bu konuda hiçbir şey yap(a)mıyoruz. Hem neşeli hem biraz mızmız, hem hareketli hem biraz tembel bir değişik bebecik benim oğlum. Aslında artık bebek de değil.

Yani hayat durmuyor. Babam, ben üniversite için İzmir'e gittiğimde beni öyle çok özlüyordu ki, 'senin okulun süresince beni uyutsalar, bitince uyandırsalar' diyordu. Ben de Fuat kurtulana kadar uyusam diyorum ama Poyraz beklemiyor, aksine benden çok şey bekliyor. İyi ki de öyle, beni ayakta tutuyor. Beni bir tek o gülümsetebiliyor. Canım oğlum...

5 Nisan 2011 Salı

Poyraz'a neden kitap alıyoruz

Yeni bir arkadaşımı oldu burada. Anne bana, oğlu Poyraz'a arkadaş. 2 gün önce evlerine gittik tanışmak için. Ömer'in kitaplarını sevdik. Onlardan 3 tanesini biz de aldık.
Spot's Birthday party- seviyorum ben bu spot serisini. bizde baska bir kitabı vardi cok sevdigimiz, ordan tanisiktik. iyi oyalıyor Poyraz'ı.
Have you seen my cat?- eric carle -Poyraz dün gece uyku oncesi 'this is my cat, this is my cap, this is sapkam kedim' gibi abidik gubidik seyler geveliyordu kitabin sonucunda.
From Head to Toe- Eric Carle- Bayıldım buna. Hayvanlarin yaptığı hareketleri çocuklara da yaptırmak üzerine. 'Ben bir penguenim başımı çevirebilirim, sen de yapabilir misin?' gibi. Poyraz o tarz yap dediğim şeyleri hayatta yapmaz, bu kitapla beraber denemeye başladı. Aslında bir gün kameraya almalı. Yapamıyor pek ama çok güzel deniyor. Kitap süper bence. (bu arada Neva'nın annesi videosunu da koymuş bloğuna, o daha da eğlenceli olabilir. işte şurada)

Neyse, bunları niye yazdım. Dünyanın En Mutlu Annesi Ada'ya neden kitap aldığını yazıp hadi siz de yazın demiş.

Biz Poyraz'a neden kitap alıyoruz?

Çok basit. Çünkü çok seviyor kitapları ve kitap okunmasını. Valla da billa da başka nedeni yok. Anlatayım biraz bu sevgiyi:

3 aylık civarıydı. Maisy'nin (ki o zaman kendisini tanımıyorduk, şimdi aradaçizgi filmini de izliyoruz) rengarenk bir kitabını görüp almıştık. Poyraz onun resimlerine bakarken deliriyordu. Resmen muhabbet ediyordu. Oyun alanının etrafına asmıştık resimleri. Hatta 3.5 aylıkken Türkiye'ye giderken yanımızda götürmüştük öyle bir sevgi.



Poyraz hep hareketli bir çocuktu ve azıcık gözü açıldıktan sonra gazını bile çıkartmak zor oldu, çünkü durmuyordu (ağlamıyor ama sabit de tutamıyorsun) Biz de koltuğun arkasına bir kitap koyuyorduk ona bakarken sakinleşiyordu.

O zaman kitap denen şey resimler elbette. Sonra çeşitler arttı, yazılar, öyküler girdi devreye. Gittikçe daha farklı bir ilgi ve sevgiyle izler dinler oldu kitapları. Artık favori kitaplarındaki olayları biliyor, onları okumayı talep ediyor, dinlerken eşlik ediyor, mutlu oluyor.

Bu eve taşındığımız dönem sürekli eline birşeyler geçirip 'berabeer' diye yanımıza geliyordu. Beraber okuyacakmışız. Restaurant menüsü okuyacağımıza kitap okumak daha iyi değil mi? Hatta o dönem farkettik ki kitap okunmasını oyun oynamaya tercih eder hale geldi, biraz frenledik kendimizi. Yine okunuyor bolca ama azalttık.

Daha bu sabah olan komik birşeyi anlatayım. Parktan geldi, her seferinde olduğu gibi meme meme diye gözü dönmüş. Odasına çıktık fakat tam otururken koltukta aslanlı kitabını gördü. (kitap ibrabice olduğundan adını bilmiyorum) 'Aslanlı kitabı okuyalım' dedi ama bir yandan da emmeye başladı. Kitap aklında, bakmak için kafayı kaldırınca meme diye ağlayıp tekrar yapışıyor, sonra dayanamayıp tekrar kitaba bakıyor bu sefer yine memesizlikten canı sıkılıyor. Sonunda işin içinden çıkamadı ve ciyak ciyak ağlamaya başladı. Ben de kitabı açıp görüş alanına koydum ve o emerken anlattım. Böylece atlattık krizi :)

Aslında bu kadar lafta tek cevap vermiş oldum biz Poyraz'a kitap okumayı sevdiği için kitap alıyor ve okuyoruz. Tamamen hedonist bir yaklaşım içindeyiz. Bize de iyi oluyor, başka türlü sabit tutmanın imkanı yok. Hatta itiraf edeyim mama sandalyesinde bile kitapla tutuyoruz, ya da oturmak istemediğinde hadi kitap getirelim diyoruz da oturuyor. Ailenin tüm bireylerine çok faydalı bu okuma hadisesi.

Bunun yanında başka çeşitli etkileri de olmuyor değil tabi:

- Gerçek hayatta göremeyeceği çeşitli varlık ve kavramlarla karşılaşıyor. Bunun neye nasıl bir faydası vardır bilemem ama eğlenceli oluyor benim bile adını yeni öğrendiğim hayvanlardan falan bahsetmesi, ya da bir yeri yanında Zogi'yi hatırlayıp bizden bant istemesi.
- Benim uydurmama gerek kalmadan öykü yapısıyla tanışıyor. (tabi ki bu bez değiştirirken vb beni de uydurmaktan alıkoymuyor) Bazen kendi kendine de birşeyler anlatıyor. Kedi bir tane köpek görmüş, fil ağlamış vb. (bunları uydurdum şu anda, gerçek hayattan alınma değildir)
- kitap kavramıyla şimdiden tanışması fikri iyi geliyor bana. hani tanışmazsa ileride sevmez, okumaz diye değil ama ona ait kitaplar olması, kitapçıya gidiyoruz dediğimde heyecanlanması... Hiçbir işe yaramıyorsa bile beni çok mutlu ediyor. İleride onu çok sevdiğim kitaplarla yazarlarla tanıştırmayı hayal etmekten mutluluk duyuyorum. Okumayı öğrendiğinde yanyana oturup herkesin kendi kitabını okuyabileceği günleri... Şimdiden başladı işte tatlı bir paylaşım...
- ah bir de itiraf edeyim ben bayılıyorum bu çocuk kitaplarına. Şimdiki çocuklar gerçekten çok şanslı. Bizim zamanımızda yoktu değil mi? Ben okumayı öğrenince alınan tüm kitapları hemen okuduğumdan kitapçı annemlere acıyıp, 'siz alın okuyunca gelin yenisiyle değiştirin' demiş. Bir devlet memurunun bütçesi mi yeter buna. Daha büyüdüğümde Afyon İl Halk kütüphanesindeki tüm çocuk kitaplarını bitirmiş (acaba çok yok muydu, çok azını hatırlıyorum ben) çaresizlikten Halide Edip Adıvar- Sinekli Bakkal'ı almıştım. 'O sana ağır gelir' diye uyarmıştı beni kütüphaneci ablalar ama ben 'yok yok ben okurum herşeyi' diye ukala ukalaeve götürüp 2. cümlede edebiyat dünyasında daha yolun başında olduğumu anlamıştım. Oysa ben dükkanda sinekle uğraşıp duran bir bakkal hayal ediyordum. Ağır dediklerinde de, uzun zaman gitmiyor herhalde sinek, diye düşünmüştüm. Neyse böyle bir yokluk halinden buraya gelince, şimdi çocuk kitapçısına gidip 'parası neyse veriyorum, lütfen tükkanı bize terkedin' diyesim var.

Seyrek yazdığımdan mı çenemi tutamıyorum ya. Bir daha kimse bana mim falan yapmayacak. Ben ne sordum sen neler anlatmışsın der misiniz? Diyebilirsiniz, pişman değilim yine olsa yine yaparım. :))

Not: Selen, bekleyen bir mimim daha var biliyorum. Ama Poyraz öncesi ve sonrası arasındaki farkların ne kadarı Poyraz'dan ne kadarı başka etkenlerden kaynaklanıyor sorusunun içinden çıkamayıp yazamıyorum. Bir de bugünlerdeki pek çok 'halim' aslında biraz da içinde bulunduğum sıkıntılı ruh halinden, bunu biliyorum. Poyraz'dan sonra çökmüşüm gibi olmasın diye bekletiyorum yazıyı. :)

30 Mart 2011 Çarşamba

Hey Jude ve Poyraz'ın Memeleri

Bugün çok korktugum birşey olmadı. Bugünü de atlattık mı denir, yeni gün yeni umut mu denir ya da her geçen gün daha kötüye mi işarettir bilmiyorum ama akşam olunca bir rahatladım. Sonra Nurturia'da özgüranne başka birine Hey Jude şarkısını hatırlatmış, ben dinleyip sözleri üstüme alındım.

And anytime you feel the pain, Hey Jude, refrain.
Don't carry the world upon your shoulders


İyi geldi biraz. İyi demek umut demek. Nedense, hadi ya dedim, iyi olacak, geçecek hepsi. Saçma bir şekilde ben daha umutlu ve güçlü hissettiğimde Fuat da öyle hissediyor gibi geliyor, o zaman da daha da güçleniyorum. Güçlüyüz, değil mi Fuat? Geçecek. Az kaldı. En zor günlerini yaşıyoruz galiba sürecin ama bunu da atlatırız. İttire kattıra iyi hissetme çabası.

Bir de bugün şu kitap yorumumda bahsettiğim arkadaşım Hande'nin ben ve Poyraz için özene bezene seçtiği ve oralardan bize gönderdiği kitaplar geldi. Aman depresif kitap gönderme kriterimi de gözönüne alıp, her bir kitabın üstüne de notları yazıp. Okşadım durdum kitapları. Onlar da iyi geldi. Kitaplardan birini (Nazım Hikmet - Büyük İnsanlık - Kendi Sesinden Şiirler) daha önce Banu da (ortak arkadaşlık durumu da var) hediye etmişti bana, tamam birini Fuat'a veririm dedim. Hah bir iyilik hali daha.



Diğerlerini okudukça yazarım ama anne sitesi gibi olsun, Poyraz'ınkileri yazayım:

3u de YKY
Maymun Kral (Öykü ve resimleyen Feridun Oral, Yazan Sara Şahinkanat)
Ben hikayeyi çok sevdim. Yalın ve eğlenceli. Kitabın dili de güzel. Poyraz içinde daha önce tanışmadığı bir hayvan (gergedan) olması nedeniyle çok ilgilendi. 'gergedanı okuyalım, gergedanı okuyalım' Ama hem hikaye hem çizimler açısından bi 3-5 ay sonra (şu anda 20 aylık) daha hakkını verebilir kitabın gibi geldi.
Pirinç Lapası ve Küçük Ejderha (Yazan ve resimleyen Feridun Oral) Bu hikaye de çok eğlenceli. Bu sefer şiirli değil anlatım. Daha uzun uzun. Poyraz'a benim kelimelerimle anlatılacak, kısaltarak. Ama her sayfada yeni bir hayvan çıkması, aksiyon olması nedeniyle çok ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

(bugün ikisi de çok ilgisini çekti tabi. ikisini de ortalıkta bırakacağım bakalım hangisine talep gelecek en çok :) )

Ayşegül - Arkadaşlarıyla Parkta: Çocukluğumuzun Ayşegül serisini YKY çıkarmaya başlamış. Hande hemen bize de yollamış bir tane. Poyraz'la okumadık henüz ama ben çok heyecanlandım.

Başlıktaki Poyraz'ın memelerinin hikmeti nedir derseniz (evet o memeleri tabi ki ben taşıyorum) Poyraz'la aramızda geçen tipik bazı meme diyaloglarını yazmak istedim yazının sonuna, tatlı niyetine. (poyraz repliklerinin hepsi heyecanlı, talepkar ve yapmazsan arıza çıkarırım tonuyla söyleniyor)

Banu: Hadi, top oynayalım
Poyraz: Meme emelim/meme verelim
...............
B: Bak sana ne göstericem (göstereceğim diye yazılır :) )
P: Meme vericen
.............
B: Şimdi kitap okuyacağız
P: Meme emcez
.....
B:Biz odada ne yapıyoruz oğlum? (uyuyoruz demesini bekliyorum)
P: Meme emiyoruz
.....
B: Çuf çuf çuf çuf anne geliyor (tren yerine anne)
P:Meme geliyor

9 Mart 2011 Çarşamba

Adresini arayan öfke

Fuat'ın doğumgününde facebook duvarına bıaktığım mesajla birlikte benim daha önce ulaşamadığım bazı arkadaşları da konudan haberdar oldu ve blogdan gelişmeleri takip edeceklerini söylediler. Fuat konusu zihnimin, ruhumun büyük çoğunluğunu işgal ettiği hale gerek benim kafamdakiler gerekse gelişmeler öyle kısır bir hal içinde ki durup durup o konuyu yazmıyorum blogda. Ama şimdi yeni birşey oldukça yazma sorumluluğu hissediyorum.
Aslında yeni birşey olmadı. Ya da şu oldu: Bir süre daha yeni bir şey olmayacağını öğrendim.
İnanılmaz bir öfke içindeyim ya da öfke benim içimde ya da ben gittikçe yürüyen, yiyen içen, çocuk büyüten, gülen, gezen bir öfkeye dönüşüyorum.

'Yapacak hiçbir şey yok' dönemi vardı. O dönem, yapacak birşey olmalı, diye çalmadığım kapı kalmadı. Hiçbiri, hiçbir şey yap(a)madı. Sonra birşeyler oldu. Umut belirdi. Ama şu an konu birilerinin elinde, masasında, dolabında. Bekliyor bekliyor! Birileri alacak o dosyayı bakacak, evet ya da hayır diyecek. Evet kurtuluş, hayır kurtuluşun ertelenmesi. Ama bu noktaya bile gelemiyoruz. Adres şirketken kolaydı, yani kolay değildi ama kime kızacağımı kimi arayıp duracağımı biliyordum. Şimdi, bir büyük sistemin içinde birer küçük noktayız. Biri tutsak, biri öfke.

Bu korsanlar mevzusu baştan sona acayip bir iş. Daha önce de biraz anlatmıştım: Korsanlar, Afrika'nın fakirliği, oradan geçen gemilerin denizlerini kirletip tek geçim kaynakları olan balıklara zarar veriyor olması gibi açıklamalarla bir tür haraç mantığıyla bazı gemilere el koyup şirketlerden para istiyorlar. İlk günler, biraz da her zaman ezilenin açısından bakma felsefemizle 'eh onlar da haklı mı acaba bir şekilde' gibi düşünceler içine girdiğimiz oldu. O günler Fuat'ın, 'bize çok iyi davranıyorlar, beraber kağıt oynuyoruz' dediği günlerdi. Sonra konu hakkında biraz daha araştırınca bu işin altında doğuya kayan ekonomiyi baltalamak isteyen Amerika ya da finanse edilmek istenen Somali iç Savaşı gibi aslında çok da 'ezilen' diye sınıflandıramayacağımız aktörler olduğunu öğrendik. Zaten gemiden gelen haberler de eskisi kadar eğlenceli değildi. Korsanlara karşı her türlü empatik ve sempatik hissimi kaybedeli çok oldu tabi ki ama şu an tüm dünyaya tüm dünyanın düzenine bir öfke içindeyim. Don Kişot gibi belki ama yeldeğirmenini bile bulamıyorum ki savaşayım.

Yine şu korsanlık müessesine dönersek, bu işten en çok para kazananlar korsanlar bile değil, primleri uçuran sigorta şirketleri, tüm görüşmeleri yürüten avukatlarmış. Sistemin içinde bir de bankalar var tabi her zaman. Korsanlar yani Fuat'ın gemisindeki birkaç ahlaksız ve dengesiz adam buzdağının görünen yüzü. İngiltere'de bu adamların temsilcileri var! Ama o adamlar da 'ben direkt temsilci değilim de ben onları tanıyanları tanıyorum' falan diyor. Yani bir zincir var işleri yürüten. Bunlarla görüşen avukatlar, gemicilik şirketlerinin, sigorta şirketlerinin avukatları. Sürece dahil olmaları ve para kaynağı olmaları nedeniyle bankalar. İşte bütün bu iğrenç çarkın içinde 'kardeşimi istiyorum' diye çırpınan ben, 6 ay önce gemi seferini tamamlayınca yeğenini görmeye Dubai'ye gelmeyi planlayarak yola çıkan kardeşim, endişe içinde bekleyen annem! Bu sadece bizim ailenin sadece 1. halkası. Gemide 15 personel var. Şu anda korsanların elinde olan kaç gemi var, onu bilmiyorum. Bütün bu insanların hayatı bu bahsettiğim iğrenç çarktaki adamların bir kalem oynatmasında falan ama o kalemler oynayıvermiyor.

Benim canımın canının birileri için bu kadar önemsiz bir detay olmasından nefret ediyorum. Dünyadaki herkesin kardeşimin canını düşünmesini bekleyemem ama onunla ilgili karar alacak adamların işin bu boyutunu zerre kadar umursamamaları beni delirtiyor. Bu adamların (bu sistem çok erkek geliyor bana kadın hayal edemiyorum bu döngüde) ya da karılarının bilmemne hayrına yardım balolarına gittiklerini falan hayal ediyorum ve işte bütün bu düzenin ikiyüzlülüğü karşısında bir kez daha mide bulantısı, karın ağrısı falan filan hisleriyle doluyorum.

Nefret ve öfke içindeyim, ama kendime adres bulamıyorum.

Sonuçta hala umutsuz bir durumda değiliz, bakarsınız yarın oldu bu iş deyiveririz ama diyememe ihtimali beni delirtiyor. Bugüne kadar geçmiş olan hergün ve bugünden sonra geçecek her gün her saat beni deli ediyor.

Aslında, sakin bakarsak olaya yapacak birşey yok durumuna göre daha iyi bir durumdayız. Bir bekleme. Kısa sürme ihtimali var elbet ama sanki bir süre daha Fuat hayatı biz Fuat'ı beklemeye devam edecek gibiyiz.

Havalar çok ısınmadan çözülse en azından! Bak şimdi güzel bir hayal buldum, pozitif kapatayım yazıyı: Fuat bütün sistemin iğrençliğini gözönüne seren acayip bir film/belgesel yapsın. Herkes onu konuşsun. İçimizin yağı eriye eriye izleyelim. Olacak, olacak hepsi olacak da....

27 Şubat 2011 Pazar

Çöl ortası, çim sefası

Bloğun ilk gezi yazısının bu kadar geç gelmesi hem de yeni bir ülkede ayıp biraz ama vallahi burası çok kısır bir ülke o açıdan. Daha önce bir gezimiz olmuştu, yazmak istediğim, yoğunluktan kaçtı belki birgün geriye dönüp yazarım ama bunu şimdi hemen yayınlayacağım. Yazacak çok birşey yok. Gezilen yerlerin altında pek derinlik yok çünkü burada.

Birazdan göreceğiniz fotoğrafların geçtiği yer bizim eve 45 dk kadar uzaklıkta (burası için uzak bir yer) Bab Al Shams adında bir otel. Çölün içinde bu otel. Biz bir öğleden sonra gittik. Poyraz uykusunu uyurken, biralarımızı yudumlayıp keyif yaptık, Poyraz uyanınca da onunla eğlendik. Şimdi de fotoğraflar (aslında bu gezi yazısından çok facebook foto albümü gibi oldu ama bu böyle bir geziydi ne yapalım)....


çölde tek başına



biz oradayken bir çift evlendi burada, ilginç değil mi?



çölün ortasında bu çimler için ne kadar su harcanıyordur!
poyraz pek sorgulamadı tabi, değişik toplar buldu, ondan
keyiflisi yok


poyraz ne yapıyor derseniz, yanıtı dudak hareketlerinde:
'supuruyooooor'



burada da dudaklardan anlaşılabilir: annesinin arada ağzına
tıkıştırdıklarını yiyor



uçurtmalara bakıyoruz


uçurtma gider mersine'e...


yogamsı birşey yapanlara bayıldı, önce taklit etti, sonra
minderlerine kapandıklarında 'uyuyor, pişşşş' dedi.



böceğin ayak izlerine dikkat
foto1: bir böcek, 'çöl ortasında başıma ne gelebilir ki' diye güvenle yürümektedir.
foto2: bir anda yumuk bir elle karşılaşır, ele annesi müdahale ettiğinden fotoda sadece izi vardır
foto3: böcek aynen geri döner, çalılıklara kaçar
foto4: böceği kaçırıp izleyen yumuk elin sahibinin yorumu: 'böcek saklandı. yamaraz böcek'

böcek, saklandığı yerden kalp atışlarının normale dönmesini beklerken uzaklaşan baba ve oğulu izlemektedir.

Başımdaki şapka yanımızdaki 'teyze'ye ait. Poyraz şapkayı aldı, inceledi 'güzelmiş' dedi. Sona benim takmamı istedi. Ben takınca da 'yanına gelcen' deyip kendi de şapkanın altına girmeye çalıştı.

bir kaç da çölde aşk fotosu





26 Şubat 2011 Cumartesi

Kitap Yorumu - Avunamayanlar



Kitap okumak, edebiyat, hayatımda önemli bir yer tutar. Poyraz'dan sonraki dönemde zaman olarak çok önemli bir yer tutamasa ve okuduğum kitap sayısı dramatik olarak azalsa da gönlümdeki yeri aynıdır. Ama profesyonel bir okur değilim. Edebi akımları, bu akımların felsefelerini falan derinlemesine bilmem. Ayrıca kitap eleştirmeyi de pek beceremem. 'Çok güzel kitaptı ya', 'Fazla ağdalıydı dili, zorlama geldi', 'çok etkinlendim, çok ağladım', 'hastasıyım bu yazarın' gibi çok derinlikli ve subjektif yorumların yanında, 'kitapta hem tarih, hem felsefe hem aşk vardı' 'çok sürükleyici bir macera romanıydı' gibi kitabın kapağına bakanların bile anlayabileceği bazı teknik bilgiler de verebilirim.

Peki o halde, dün, parkta bir ağaç altında bitirdiğim kitabım Avunamayanlar hakkında yazmaya iten ne beni?

1. muhtemel sebep: Arkadaşım Banu'nun bir başka blogger arkadaşının (http://okuyananne.blogspot.com/) nasıl da hem çalışıp, çocuk büyütüp, hem okuyup hem de onlar hakkında yazabildiği, bu duruma ne kadar hayran olduğu konusundaki yorumları sonucunda 'e ne var biz de kendi çapımızda okuyoruz' diye gaza gelmiş olabilirim.

2. muhtemel sebep: Daha başlardan itibaren kitap hakkındaki duygularımı ifade edecek kelimeleri bulmuş olmam.

Kazuo Ishiguro'nun bu kitabını, bazı okuduğu kitaplarda, gittiği tiyatro oyunlarında veya izlediği filmlerde beni andığını ve Banu okusaydı/izleseydi de üzerine konuşsaydık diye düşündüğünü bana söyleyerek kendi çapındaki entellektüel yanımın gerçekte olmasa da onun gönlünde hala yaşıyor olduğunu bilip mutlu olmama yol açan Hande'nin önerisi sonucu okudum. Aslında Hande'nin önerdiği, aynı yazarın (küçükken TRT'de filmlerden önce yapılan tanıtımlarda 'bilmemkimin aynı adlı filminden uyarlanmıştır' dediklerinde, 'bu nasıl iş ya, bütün yazarlar adı 'Aynı' olan bir kitap yazmış diye şaşıran bir çocuktum ben) 'Beni Asla Bırakma' adlı kitabıydı. Ama Türkiye'ye giderken bu kitabı sipariş ettiğim Erol onu bulamayınca, sanırım bundan dolayı kendisi suçlayacağımdan korkup iyi halden yırtmak için Avunamayanlar'ı almış. Uzun zamandır elimdeydi. Anca okudum, dün bitirdim, (araya memleketen gelenlerin getirdiği ve hasretten künyelerine kadar okuduğum uykusuzlar, penguenler girmese daha çabuk biterdi belki ama buna da şükür) bugün unutmadan yazıyorum.

(bir kez daha, asıl konuya geçene kadar ortalama bir post uzunluğunda yazdığım için kendimi tebrik ediyorum)

Ishiguro'nun hakkında 'Bei Asla Bırakma' kitabının Time tarafından en iyi 100 roman arasında gösterildiği dışında bir bilgim yok. Çünkü sınırlı okuma vaktimden kitap hakkındaki eleştirileri ve diğer bilgileri okumak için pay ayıramıyorum. Şu anda bu kitap hakkında yazacaksam önce biraz araştırma yapmalıydım diye geçiyor aklımdan ve vicdanımdan ama iddialı değilim, kitabın bana hissettirdiklerini yazacağım sadece. Bu gerçek bir eleştiri yazısı tabi ki değil. Kitabı baştan sonra yanlış anlamış ve yorumlamış olma hakkım bile saklıdır, böyle de yüzsüzüm. Gerçek eleştiri ve bilgilere kitap ilginizi çekerse sizin bir google ile her bilgiye ulaşacağınıza eminim zaten.

Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazıyı Yapı Kredi Yayınları'nın sayfasından kopyalayayım,çünkü takdir edersiniz ki benim daha iyi anlatma ihtimalim yok:

'Dünyaca ünlü piyanist Ryder, önemli bir konser vermek için isimsiz bir Avrupa şehrine gelir. Birkaç gün sonra sahneye çıkacağını bilse de, bundan başka hiçbir şey hatırlayamaz; karşılaştığı herkesin niçin ondan bir şeyler istediğini, çok uzak olması gereken yerlere nasıl hemen ulaşıverdiğini, saatler sürmesi gereken bir sohbeti üç dakikalık asansör yolculuğuna nasıl sığdırdığını anlayamaz. Kendini olaylara ve çevresindeki insanlara teslim eden belleksiz piyanist, geçmişin ve geleceğin kırılgan bir şimdiki anda çakıştığı sürreal bir dünyaya savrulur. Çok geçmeden, yaklaşan konser gecesinin hayatının en önemli performansı olduğunu fark edecektir.

İşlevini yitirmiş toplumsal düzenin bireyler üzerindeki yaralayıcı baskısını hemen her eserinde zarafetle ilan eden Kazuo Ishiguro, Avunamayanlar’da hayatı kontrolden çıkan bir adamın çok boyutlu hikâyesini anlatıyor.'

İlgili sayfada kitabın içinden 'tadımlık' bir bölüm de var, okumak isterseniz.

Bazı rüyalar vardır. Mesela sınava yetişmek zorundasınızdır. Ama evden bi çıkarsınız, aa o da ne pijamalısınız, onu halledersiniz yolda kalemleriniz bir çukura düşer, kalem ararken şu olur bu olur. Hepimizin vardır hissi aynı senaryosu farklı olsa da bu tip rüyaları sanırım. İşte bu kitap bana baştan itibaren o rüyalarımdaki hissi verdi. Bu korkunç hissi bile bile yaşamaya niye devam eder insan, bilmiyorum. Bildiğim, aslında çok gündelik şeyler olup dursa da belki de bu hissin yarattığı bir büyü de var kitapta. Üstelik kitabın kopyalamış olduğum tanıtım yazısında da söylendiği gibi benim gündelik dediğim akışın içinde ancak rüyalarda olacak şeyler de oluyor kitapta sürekli olarak. Ama bilimkurgu tipli rüyalardan bahsetmiyorum. Hani rüya anlatırken, 'nasıl oluyorsa bi bakıyorum meğerse orası hemen yanımdaymış' gibi durumlar vardır ya. Kitapta bunlar hep oluyor. İşin güzel yanı öyle su gibi bir durulukta oluyor ki kitap fantastik roman okur gibi okunmuyor. Bütün olanlar en normalinden en garibine aslında kitapta olup bitenleri ya da olamayıp bitemeyenleri anlatmaya, yaşatmaya bir araç sanki sadece. Yani nasıl rüyada sorgulamıyorsak kitapta da hadi canım o adam asansörde bu kadar nasıl konuşur demiyoruz. Mr Ryderle beraber bütün bu olayların içinde onun gözünden bakarak, onun gibi görerek yaşayıp gidiyoruz. Ben onun kadar soğukkanlı kalmakta zorlandım bazen, resmen gerildim ama ben bazı pembe panter çizgifilmlerinde de (hani bir türlü içinden çıkamadığı durumlar olan bölümler vardır ya onlarda) çok gerilirim.

Bunun yanında kitabın beni çok içine alan bir başka yönü de bana zaman zaman fena halde Beckett'i hatırlatması oldu. Özellikle kitabın sonlarındaki Gustav-Rosie-Boris ve palto sahnesini kafamda düpedüz Beckettvari bir şekilde sahneye koydum. O olaylar benim zihnimde kitapta betimlenen yerde değil Stüdyo Oyuncuları'nın sahnesinde ve beraber dersler için günlerce Beckett çalıştığımız sevgili dostlarımla beraber oynandı. (Ben oynamadım, izledim, bir de sahnede olma stresini kaldıramayacaktım)

Kitap bittiğinde bütün kitabın içimde bıraktığı his başta söylediğim rüyalarla Beckett karışımıydı. Sonra da dedim ki hayat dediğin de bundan farklı birşey mi ki zaten? Evden giyinip de çıkıyoruz diye kendimizi hayatımızdaki herşeye hakim ve olup biteni yönetebiliyor mu sanıyoruz?