30 Mart 2011 Çarşamba

Hey Jude ve Poyraz'ın Memeleri

Bugün çok korktugum birşey olmadı. Bugünü de atlattık mı denir, yeni gün yeni umut mu denir ya da her geçen gün daha kötüye mi işarettir bilmiyorum ama akşam olunca bir rahatladım. Sonra Nurturia'da özgüranne başka birine Hey Jude şarkısını hatırlatmış, ben dinleyip sözleri üstüme alındım.

And anytime you feel the pain, Hey Jude, refrain.
Don't carry the world upon your shoulders


İyi geldi biraz. İyi demek umut demek. Nedense, hadi ya dedim, iyi olacak, geçecek hepsi. Saçma bir şekilde ben daha umutlu ve güçlü hissettiğimde Fuat da öyle hissediyor gibi geliyor, o zaman da daha da güçleniyorum. Güçlüyüz, değil mi Fuat? Geçecek. Az kaldı. En zor günlerini yaşıyoruz galiba sürecin ama bunu da atlatırız. İttire kattıra iyi hissetme çabası.

Bir de bugün şu kitap yorumumda bahsettiğim arkadaşım Hande'nin ben ve Poyraz için özene bezene seçtiği ve oralardan bize gönderdiği kitaplar geldi. Aman depresif kitap gönderme kriterimi de gözönüne alıp, her bir kitabın üstüne de notları yazıp. Okşadım durdum kitapları. Onlar da iyi geldi. Kitaplardan birini (Nazım Hikmet - Büyük İnsanlık - Kendi Sesinden Şiirler) daha önce Banu da (ortak arkadaşlık durumu da var) hediye etmişti bana, tamam birini Fuat'a veririm dedim. Hah bir iyilik hali daha.



Diğerlerini okudukça yazarım ama anne sitesi gibi olsun, Poyraz'ınkileri yazayım:

3u de YKY
Maymun Kral (Öykü ve resimleyen Feridun Oral, Yazan Sara Şahinkanat)
Ben hikayeyi çok sevdim. Yalın ve eğlenceli. Kitabın dili de güzel. Poyraz içinde daha önce tanışmadığı bir hayvan (gergedan) olması nedeniyle çok ilgilendi. 'gergedanı okuyalım, gergedanı okuyalım' Ama hem hikaye hem çizimler açısından bi 3-5 ay sonra (şu anda 20 aylık) daha hakkını verebilir kitabın gibi geldi.
Pirinç Lapası ve Küçük Ejderha (Yazan ve resimleyen Feridun Oral) Bu hikaye de çok eğlenceli. Bu sefer şiirli değil anlatım. Daha uzun uzun. Poyraz'a benim kelimelerimle anlatılacak, kısaltarak. Ama her sayfada yeni bir hayvan çıkması, aksiyon olması nedeniyle çok ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

(bugün ikisi de çok ilgisini çekti tabi. ikisini de ortalıkta bırakacağım bakalım hangisine talep gelecek en çok :) )

Ayşegül - Arkadaşlarıyla Parkta: Çocukluğumuzun Ayşegül serisini YKY çıkarmaya başlamış. Hande hemen bize de yollamış bir tane. Poyraz'la okumadık henüz ama ben çok heyecanlandım.

Başlıktaki Poyraz'ın memelerinin hikmeti nedir derseniz (evet o memeleri tabi ki ben taşıyorum) Poyraz'la aramızda geçen tipik bazı meme diyaloglarını yazmak istedim yazının sonuna, tatlı niyetine. (poyraz repliklerinin hepsi heyecanlı, talepkar ve yapmazsan arıza çıkarırım tonuyla söyleniyor)

Banu: Hadi, top oynayalım
Poyraz: Meme emelim/meme verelim
...............
B: Bak sana ne göstericem (göstereceğim diye yazılır :) )
P: Meme vericen
.............
B: Şimdi kitap okuyacağız
P: Meme emcez
.....
B:Biz odada ne yapıyoruz oğlum? (uyuyoruz demesini bekliyorum)
P: Meme emiyoruz
.....
B: Çuf çuf çuf çuf anne geliyor (tren yerine anne)
P:Meme geliyor

9 Mart 2011 Çarşamba

Adresini arayan öfke

Fuat'ın doğumgününde facebook duvarına bıaktığım mesajla birlikte benim daha önce ulaşamadığım bazı arkadaşları da konudan haberdar oldu ve blogdan gelişmeleri takip edeceklerini söylediler. Fuat konusu zihnimin, ruhumun büyük çoğunluğunu işgal ettiği hale gerek benim kafamdakiler gerekse gelişmeler öyle kısır bir hal içinde ki durup durup o konuyu yazmıyorum blogda. Ama şimdi yeni birşey oldukça yazma sorumluluğu hissediyorum.
Aslında yeni birşey olmadı. Ya da şu oldu: Bir süre daha yeni bir şey olmayacağını öğrendim.
İnanılmaz bir öfke içindeyim ya da öfke benim içimde ya da ben gittikçe yürüyen, yiyen içen, çocuk büyüten, gülen, gezen bir öfkeye dönüşüyorum.

'Yapacak hiçbir şey yok' dönemi vardı. O dönem, yapacak birşey olmalı, diye çalmadığım kapı kalmadı. Hiçbiri, hiçbir şey yap(a)madı. Sonra birşeyler oldu. Umut belirdi. Ama şu an konu birilerinin elinde, masasında, dolabında. Bekliyor bekliyor! Birileri alacak o dosyayı bakacak, evet ya da hayır diyecek. Evet kurtuluş, hayır kurtuluşun ertelenmesi. Ama bu noktaya bile gelemiyoruz. Adres şirketken kolaydı, yani kolay değildi ama kime kızacağımı kimi arayıp duracağımı biliyordum. Şimdi, bir büyük sistemin içinde birer küçük noktayız. Biri tutsak, biri öfke.

Bu korsanlar mevzusu baştan sona acayip bir iş. Daha önce de biraz anlatmıştım: Korsanlar, Afrika'nın fakirliği, oradan geçen gemilerin denizlerini kirletip tek geçim kaynakları olan balıklara zarar veriyor olması gibi açıklamalarla bir tür haraç mantığıyla bazı gemilere el koyup şirketlerden para istiyorlar. İlk günler, biraz da her zaman ezilenin açısından bakma felsefemizle 'eh onlar da haklı mı acaba bir şekilde' gibi düşünceler içine girdiğimiz oldu. O günler Fuat'ın, 'bize çok iyi davranıyorlar, beraber kağıt oynuyoruz' dediği günlerdi. Sonra konu hakkında biraz daha araştırınca bu işin altında doğuya kayan ekonomiyi baltalamak isteyen Amerika ya da finanse edilmek istenen Somali iç Savaşı gibi aslında çok da 'ezilen' diye sınıflandıramayacağımız aktörler olduğunu öğrendik. Zaten gemiden gelen haberler de eskisi kadar eğlenceli değildi. Korsanlara karşı her türlü empatik ve sempatik hissimi kaybedeli çok oldu tabi ki ama şu an tüm dünyaya tüm dünyanın düzenine bir öfke içindeyim. Don Kişot gibi belki ama yeldeğirmenini bile bulamıyorum ki savaşayım.

Yine şu korsanlık müessesine dönersek, bu işten en çok para kazananlar korsanlar bile değil, primleri uçuran sigorta şirketleri, tüm görüşmeleri yürüten avukatlarmış. Sistemin içinde bir de bankalar var tabi her zaman. Korsanlar yani Fuat'ın gemisindeki birkaç ahlaksız ve dengesiz adam buzdağının görünen yüzü. İngiltere'de bu adamların temsilcileri var! Ama o adamlar da 'ben direkt temsilci değilim de ben onları tanıyanları tanıyorum' falan diyor. Yani bir zincir var işleri yürüten. Bunlarla görüşen avukatlar, gemicilik şirketlerinin, sigorta şirketlerinin avukatları. Sürece dahil olmaları ve para kaynağı olmaları nedeniyle bankalar. İşte bütün bu iğrenç çarkın içinde 'kardeşimi istiyorum' diye çırpınan ben, 6 ay önce gemi seferini tamamlayınca yeğenini görmeye Dubai'ye gelmeyi planlayarak yola çıkan kardeşim, endişe içinde bekleyen annem! Bu sadece bizim ailenin sadece 1. halkası. Gemide 15 personel var. Şu anda korsanların elinde olan kaç gemi var, onu bilmiyorum. Bütün bu insanların hayatı bu bahsettiğim iğrenç çarktaki adamların bir kalem oynatmasında falan ama o kalemler oynayıvermiyor.

Benim canımın canının birileri için bu kadar önemsiz bir detay olmasından nefret ediyorum. Dünyadaki herkesin kardeşimin canını düşünmesini bekleyemem ama onunla ilgili karar alacak adamların işin bu boyutunu zerre kadar umursamamaları beni delirtiyor. Bu adamların (bu sistem çok erkek geliyor bana kadın hayal edemiyorum bu döngüde) ya da karılarının bilmemne hayrına yardım balolarına gittiklerini falan hayal ediyorum ve işte bütün bu düzenin ikiyüzlülüğü karşısında bir kez daha mide bulantısı, karın ağrısı falan filan hisleriyle doluyorum.

Nefret ve öfke içindeyim, ama kendime adres bulamıyorum.

Sonuçta hala umutsuz bir durumda değiliz, bakarsınız yarın oldu bu iş deyiveririz ama diyememe ihtimali beni delirtiyor. Bugüne kadar geçmiş olan hergün ve bugünden sonra geçecek her gün her saat beni deli ediyor.

Aslında, sakin bakarsak olaya yapacak birşey yok durumuna göre daha iyi bir durumdayız. Bir bekleme. Kısa sürme ihtimali var elbet ama sanki bir süre daha Fuat hayatı biz Fuat'ı beklemeye devam edecek gibiyiz.

Havalar çok ısınmadan çözülse en azından! Bak şimdi güzel bir hayal buldum, pozitif kapatayım yazıyı: Fuat bütün sistemin iğrençliğini gözönüne seren acayip bir film/belgesel yapsın. Herkes onu konuşsun. İçimizin yağı eriye eriye izleyelim. Olacak, olacak hepsi olacak da....